18 Ağustos 2008 Pazartesi

şiir ve umut

Her umutsuzluğa kapıldığımda bu şiiri okuyorum... yaşama ve dünyaya olan sevgimi kaybetmemek için... O diyorum nasıl bir durumda yazmış bu şiiri, sen kimsinki pes edicek. Dünyayı sevmeyi öğrenmek için okuyorum bu şiiri... koşulsuz iyimserliğe hayran kalıp örnek alabilmek için...



YAŞAMAYA DAİR



Yaşamak şakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi meselâ, yani,

yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,yani, o derecede, öylesine ki,meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,yahut, kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel, en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak, yani ağır bastığından.



Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,yani, beyaz masadan

bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz

en son ajans haberlerini.Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz.Daha orda ilk hücumda, daha o gün

yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.Diyelim ki, hapisteyiz,yaşımız da elliye yakın,daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla

yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.Yani, nasıl ve nerde olursak olalım

hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...



Bu dünya soğuyacak,yıldızların arasında bir yıldız,

hem de en ufacıklarından,mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

yani, bu koskocaman dünyamız.Bu dünya soğuyacak günün birinde,hattâ bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil,boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.Şimdiden çekilecek acısı bunun,duyulacak mahzunluğu şimdiden.Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...



N.H.

15 Ağustos 2008 Cuma

bugün 15 ağustos 2008

Evet, bugün 15 ağustos 2008, ben istanbulda yaşıyorum ve sultanahmette çalışıyorum.. bir büyük adam geldi diye bize yapılanlara bakıyorum... sanki o insan da biz değiliz, ya da bu şehrin bu belediyenin asıl amacı şehir sakinlerine hizmet vermek, rahatlarını güvenliklerini sağlamak değil de, ağırlama komitesi oluşturmak.. kimi pohpohlamak istiyorlarsa, o sıra devrin adamı kim ise ona şakşakçılık yapmak.. yollar kapanıyor, bir adam için, camiler kapanıyor o adam VIP ibadet yapabilsin diye.. bakıyorum etrafa; her yer polis, maaşları benim cebimden çıkan memurlar, bana değil başkasına hizmet edip beni itip kakıyorlar... İşime çevre yolundan taxiyle geliyorum, gereksiz bir sürü para ödememe rağmen işyerimin önünde bile inemiyorum taxiden, kocaman bir çekici aracını bir sokağa diklemesine park etmişler, iki tarafından geçerken de neredeyse polis kimlik soracak.. Doğup büyüdüğüm, 7 sülalemin doğup büyüdüğü şehir de sokakta yürüyemiyorum. Saygı değer konuk ise, 'istanbullunun haline çok üzüldüm, ben kendi şehrimde yolları kapatmazdım' diyor.. Dalga geçer gibi.. halbuki biz sırf yolları değil, müzeleri, camileri kapatıyoruz.. ne olucak, bedava petrolmü alıcaz, cahil cesaretiyle nükleer planamı dahil olucaz? Ne yapıyoruz biz? Bir İstanbullu olarak kızdım bugün... çok kızdım...