26 Ağustos 2010 Perşembe

Kararsızlık ve cesaret

        Kararsızlık en kötü karardan daha kötüdür demişler... Katılmıyorum bazen kararsızlık uzun uzun düşünmekten, herşeyi eni boyu ağırlığı hacmiyle tartmaktan, hep yeni birşey katmaya çalışmaktan olur. Yine ondandır ki son zamanlarda yazdıklarımı kendime saklıyorum, paylaşıp paylaşmamaya bile karar veremiyorum bir türlü. Ama gündemi ve hergünümüzü terbiyesizce işgal eden referandum artık o kadar çok oldu ki dayanamadım...

         CHP'den başlayacağım; Kılıçdaroğlu beni umutlandırmıştı. Hemen, ama inanılmaz bir hızla umudum söndü. Türkiye siyaset sahnesinin yozluğu mudur, chp nin kemikleşmiş, ilikleşmiş, eskimiş zihniyetleri midir, nasıl ve nedendir bilmem.. Dürüst, samimi ve eşitlikçi bir adamı bir sokak hatibine dönüştürdüler. Tam da referandum zamanı. Yazıldığı gibi Gandi sanıp sefalet edebiyatıyla sempati duymadım kendisine ama, dürüst, cesur ve samimi olduğuna gerçekten inanmıştım. Nitekim hala, şahsi ve parti başkanlığı hayatında dürüst ve yolsuzluktan uzak olduğuna inanıyorum. Ama ya siyaset sahnesi, ya miting meydanları, ya ciddi çözüm önerileri, ya yapıcılık... RTE'nin seviyesiz haykırışlarına, argoyla dolu söylemlerine karşılık aynısından bir tane daha çıkartıldı karşımıza. Yegane farkı RTE ne diyorsa tam tersini söylemekten başka birşey olmayan... Hadi halk bundan anlıyor diyelim... Baykal döneminin alışılmış eylemsizliğinin mirasına ne demeli? Hala CHP lideri (yepyenisi) ekranda şunu biz çözeriz, bunu biz yaparız, öyleyse bunu yapsınlar, böyle diyorlarda öyle yapıyorlar ve benzeri bir çok demagojik cüme kuruyor ama şunu da şöyle yapacağız demiyor, diyemiyor. Halka bir plan sunamıyor. Bağımlı bir politikadan, hükümetle aşık atma sanatından bir adım ileri gidemiyor.

         Geçen gün televizyonda, kürt sorununu birtek biz çözebiliriz dedi Kılıçdaroğlu, toplumsal müzakere ile çözeceklermiş, bir de kimsenin kendisini farklı hissetmemesi, hissedenlerin de ikna edilmesi yöntemiyle... Kürt raporu hazırlıyorlarmış... Aynı gün televizyonda türban sorununu da ancak CHP çözer, AKP çözemez dedi. Nasıl diye sorulunca, 7 dakika konunun etrafında dönüp hiçbirşey söylemedi. Gerçek bir politikacı gibi... Ben ne kadar safmışım!! Ben asıl bu hatipsel, çakal manevraları yapamayacağını düşünüp, sorunları çözebileceğini, kürdü, ermeniyi, sarıklıyı, türbanlıyı, laiki oldukları gibi koşulsuzca kabul eden ve kucaklayan bir demokrasiye inanacağını sanmıştım. Kimseyi birbirine benzemeye ikna etmeye çalışmayacağını... Sanırım herşeyi ta başından yanlış anlamışım...

        Neyse, Kılıçdaroğlu ile ilgili hayal kırıklığım bir yana, -belki fikirlerim değişir onu da bilemem, insan değişime hep açık olmalı- referandum fiyaskosuna ne demeli?.. Evet mi Hayır mı? Önümüze bir sürü madde koyup tek cevap vermemiz isteniyor. Gerçek bir referandum görmüştüm. İtalyan vatandaşı olan ve İstanbul'da yaşayan bir arkadaşıma postayla geldi oy pusulası. 20 sayfaya yakındı. Değişecek yasanın her maddesi için ayrı ayrı oy veriliyordu. Haydi buyrun  postayla sizi başka ülkede bile bulabilen demokrasiye. Üstelik orda da hırsız bir başbakan var, özerk vergiler isteyen bölgeler var, bir dolu problem var, ama demokrasi bir şekilde işliyor işte.. 

        Evetçiler, askeri vesayetten kurtulalım diyorlar, 12 eylül faciasının intikamını alacakmış gibi söylemlere bürünüyorlar. Hayırcılar ise Anayasa Mahkemesi'nin ve HSYK'nın meclisin hükmüne gireceğinden ürkmüş duruma. Mecliste AKP çoğunluğu olduğundan, güçler ayrılığı meselesi yüzünden, ve bu iki kurumun TSK ile beraber Türkiye Cumhuriyeti'nin laik düzeneğinin meşru garantörleri olduğundan...Yani bu demokrasi denilen şey 80 yıldır milletin içine işleyemediğinden, işletecek, koruyacak kurumlara ihtiyaç duyulduğundan... Bir de tabii hayırcılara göre Akp'nin öne sürdüğü, yazdığı, planladığı herşeyin kötü ve hatta öcü olmasından, yarın öbürgün şeriatı getirme tehlikesi bulunduğundan.


          Bu tabloya bakıyorum. Elle tutulur hiç birşey göremiyorum. 80 anayasası kesinlikle değişmeli, ama gereken değişiklikler bunlar mı? Metni okuyorum. Siyasal Bilgiler fakültesi, yönetim bilimleri bölümünde aldığım naçizane anayasa hukuku bilgimle, elzem değişikliklerin bunlar olmadığını, bu değişikliklerin ise iyi ve ya kötü hiçbirşey olmadığını görüyorum. Ne değişir ki 13 eylül sabahı hayatımızda? STK sözcülerinin bu soruya bir dolu açıklamaları var, hepsi de kendine göre haklı. Aslında tüm polemik izafiyete dayalı.

         Eh tabii tüm bunları düşündükten sonra ülkede nelerin değişmesi gerektiğini düşünmeden de edemem. Gördüklerim radikal değişiklikler, bazısı anayasayla ilgili bazısı değil. Pek kimsenin beni anlamayacağının, şimdilik desteklemeyeceğinin de farkında olarak aşağıda listeliyorum. Bence;

1. Yök kaldırılmalı, yalnızca darbe ürünü diye değil. Fakültelere bilimsel özerklik gelebilmesi için. Bilim devletten üstün olmayacaksa, üniversitemiz olmasın daha iyi. Devletin atadığı, geri aldığı, müfredatını kısıtladığı ve ya belirlediği, kaç yıl neyin okunacağını dayattığı bir düzende devleti bir adım ileri götürebilecek bilim insanları yetişebilir mi?

2. Seçim barajı % 2'ye düşürülmeli. Meclisin istisnasız hepimizi temsil ettiği bir ütopyaya ulaşabilirsek HSYK'ya ve Anayasa mahkemesine atama yapmasından da gocunmayız. Demokrasi bu yaşadığımız değil, en aykırı fikirlerin bile temsil edilebildiği bir ortam demektir. Hepimizin yöneticiler katında bir temsilcisi olması, sesimizin, benliğimizin orada duyulması demektir. Nitekim, oyumu verdiğim bağımsız aday seçilmediğinden beni şuan mecliste kimse temsil etmiyor.

3. Vatandaşlık kavramı anayasal boyutta düzene sokulmalıdır. Türklüğün bu denli öne çıkarılması, empoze edilmesi diğer ırk, din, dil, mezhep mensubu vatandaşlara ağır gelmekte ve bastırılan tarafları savundukları kimlikleri haline gelmektedir. Dolayısıyla, büyük milliyetçilik küçük milliyetçiliği besleyerek teröre teşvik etmektedir. Demokratik ülkelerin sosyalistleri, göçmenlerin haklarını düşünmeye başlamışken, Türkiye Cumhuriyeti'nin bin yıllardır bu coğrafyalarda yaşayagelmiş toplumlara daha yeni açılmaya başlamış olması, kendi dillerinde yayın yapmalarına daha yeni izin vermesi ayıptır.  T.C. hem yasal hem de facto olarak, farklılıklarımızı korurken eşit haklara olabilmemizi sağlamakla yükümlüdür. Kimseyi yedi yaşından başlayarak haftada bir 'ne mutlu türküm diyene' dedirterek asimile edemeyeceğimiz gibi kendi dillerini konuşmaktan, örf, adet ve dinlerini istedikleri gibi manifeste etmekten de alıkoyamayız. Tüm bunlar anayasal haklar olarak herkese garanti edilmeli, de facto kısmı ise ceza kanunu ile çoook caydırıcı hale getirilmelidir. 

4. Askerin siyasete müdahalesi kesinlikle engellenmeli, müdahale edenler de yargılanmalıdır. Konu komunizmken müdahale eden ordunun suçlu olduğu kadar, konu irtica iken de müdahale eden ordu suçlu olmalıdır. Bu konuda, bir dönemin solcularının, hatta hapis yatmış, işkence görmüş kimselerinin bugün darbeci olmasını hiçbir şekilde anlayamıyorum. Yasal olarak silah gücüne sahip bir topluluğun siyasete müdahalesi, görkemli bir korkunçluk, bir suçtur. Silahlar, sivil hayattan uzak tutulmalıdır. Bu ülkeye demokratik bir seçimle şeriat gelecek olursa, karşıt devrim ordudan değil, halkın kendisinden beklenmelidir. 

5. Diyanet işleri devlet yapısından çıkarılmalıdır. Hem devletin dini bir makamı olmasının, dine o ve ya bu şekilde müdahale etmesinin çok saçma oluşundan, hem de maaşlarının vergilerle ödendiği imamları olan bir devletin laik olması zaten düşünülemeyeceğinden. Devlet yapısı içerisinde bir Diyanet İşleri bulunacaksa ancak (ve belki), cem evinin, kilisenin ve sinagogların masraflarının da demografik ölçülerde eşit biçimde karşılandığı, tüm dinler ve tüm mezheplerin tarafsız ve bağımsızca, yalnızca organizatif boyutta idare edildiği bir biçime getirilir ise demokratik olmaya yakın olabilir. 

6. Üniter devlet yapısı yeniden gözden geçirilmelidir. Tüm dünya yerinden yönetim üzerinde çalışır ve federalizme uzanan bir çizgide devlet yapılanmasında değişiklikler yaparken Türkiye'nin bunu bahsetmekten bile korkması anlaşılabilir değildir. Kürt vatandaşlar için değil. Hepimiz için. Yeriden yönetim, yerel yönetimlerin kuvvetlenmesi kötü birşey değildir. Öcü hiç değildir. Bölgesel yapılanmalar, bölge parlamentoları, bölgesel yönetimler olmalı, merkeze ise çift kameralı bir sistem kurulmalıdır. Birçok gelişmiş ülke federal yapıya sahiptir ve yıkılmamışlardır. Diğer birçoğu da bölgesel yönetimler kurmuş, federalizme yaklaşan bir yol çizmektedirler. Kimse 'onların komşuları düşman değil, küçük-özerk devlet yapılarını kaldırabilirler' şeklinde saçmalamasın. Daha 45 sene önce birbirini kesen Avrupa ülkeleri bugün sınırlarını kaldırmış, bir çoğu federal olmuş, diğerleri de bölgesel vergilendirmeleri, bölgesel  otoriteleri kabul etmeye başlamış yerel yönetim reformunu başlatmışlardır. Yani birşeylere biryerden başlamak, hurafeleri bir kenara bırakıp biraz cesur olmak gerekir.

7. Adalet sistemi yeniden yapılandırılmalıdır. Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın üyelerinin nereden atandığındansa adaletin varolup olmadığı, herkes için olup olmadığı önemlidir. Bazıları akrabaları, soyu sopu vasıtasıyla cinayetlerden yırtar, diğerlerinin icraatleri faili meçhul dosyalarına kalkar, askerler adaletsizliklerini militer hiyerarşiye sığındırır ama bazı diğerleri de haklarına ulaşana kadar cezaevlerinde sürünür, gücün karşısında adil ve eşit mücadele edemez, haklarının üzerine soğuksular içerken... hangi adalet ve hangi yargıdan hangi güçler ayrılığından bahsedebiliriz? Adaletsizliğin çözümü ülkedeki birçok şeyin çözümünü beraberinde getirecektir.

Türkiye'nin geleceği, meydan savaşına dönüştürülmüş referandum saçmalıklarında değil gerçek, cesur ve demokratik adımlardadır. Nitekim tüm bunları düşünerek şu yapılan değişikliklerin anti demokratik olmamakla beraber luzumsuz olduğunu görüyorum. Hayır diyecek kadar değil, parti kapanmasının zorlaştırılması iyi bir gelişme mesela. Ama evet diyecek kadar da değil. Kararsızlığım böyle birşey... Evet mi hayır mı diye önümüze getirilen anayasanın içeriğinin çok daha cesur olmasını isteyen bir kararsızlık... Partiler bazında iki tarafın da uslubu aynı çirkinlik ve çirkeflikteyken, metin bu kadar yetersiz ve gereksizken, hayırcı evet diyeni partiden ihraç eder, evetçi taraf belirtmeyeni bertaraf eder, değişmesini istediğim şeyler de bambaşkayken.... bir karar versem samimiyetsizlik olurdu.