10 Kasım 2009 Salı

Birlikte Yaşamak, Yalnızlık ve İnsan


      İnsan yalnız kalamaz, yaşayamaz, paylaşacak biri, destek alacak biri, didişecek biri, peşine düşecek biri, arkasından gelecek biri... biri olmalıdır yakınlarda... yalnız kalamaz insan, tek başına avlanan kartal değildir o, sosyal bir hayvandır... toplumu vardır, toplumuyla var olur... Anarşist bile insan ister, inanılmak, desteklenmek ister... Etrafında birilerini ister insan...


        Önce ailedir birlikte yaşanan, içine, arasına doğulan... Zaman geçer, küçük insan büyür, evden uçar gider... Şanslıysa öğrenciliğinde ev arkadaşları olur. Paylaşmayı, kaynaşmayı, yalnızca onun olmayan bir evi yaşatmasını öğrenir... Kendi evi olacağı günlerin hayalini kuran küçük insan, özgürlükten çıldırır... Pek sevinir... Çok güzeldir öğrencilik yılları, çarşaf değiştirmeyi bilmeden girilen evden, lamba tamir eder, domatesli pilav yapar, market paranı ayırır, evini, odanı temizler nitelikte çıkarsın. Yalnız üniversite değil, hayat okuludur, arkadaşlarla yaşanan yıllar...


          Çok güzeldir ev arkadaşlığı, herkesin bir odası olsa da içeride birileri vardır ya hep... sıkılırsın bazen kalabalıktan, kimseyi görmek istemezsin, 3 hafta tatile giderlerse de dört gözle beklersin aynı masada yemek yemeği... Alışkanlık yapar ev arkadaşlığı, ortak yaşama, yeni ailene alışırsın... Akşamüstü  eve dönmeden herkes birbirini aramaya başlar, 'Ne yiycez bu akşam?' 'Evde hiç bişey yokki' 'Çinciye mi gitsek?' 'Ya hadi boşver, merkeze inelim hem de bişiler içeriz', böyledir işte o yıllar hep yapacak bir şeyler, bir şeyler yapacak birileri vardır etrafta... 2 gün temizlenmeyen mutfağın haline çıldırıp, kavga çıkarıp 3 gün konuşmasan da, sabaha kadar uyuyamadığın bir gece koridorda karşılaştığında, hemen geçer sinir, o pis mutfakta evde tatlı yok diye nutellalı makarna yer, gün doğana kadar sigara içip belki yüz kere konuştuğun konuları bir daha, bir daha anlatırsın... Alışır, bağlanırsın bu oyunumsu evciliğe... Olur da aile evine dönersen, özlersin üşengeçliği, dağınıklığı, boş buzdolabını, marketten su taşımaya üşendiğin için şişelediğin musluk sularını, sabaha kadar oturup, gündüz uyumak istediğinde 'yatmadınmı hala' diyen kimse olmamasını, sefaletle karışmış, ironize olmuş pek sevimli özgürlüğünü...


              Sonra küçük insan biraz daha büyür, yeni bir hayat gelir... çalışıyordur artık, çılgınlık geçmiş, durulmuş geri de kalmıştır. Sevgiliyle yaşar... Hayat kavgasına attığı ilk adımlara arkadaş ettiği, belki hayat arkadaşı edeceği sevgilisiyle... o da güzeldir, farklıdır... yepyeni bir keşiftir... evdeki, artık bütün çılgınlıklarını bilen okul arkadaşın değil, sevdiğin adamdır, kadındır... aslında herşey başkalaşmaya başlamıştır bile... Biri diğerinin huylarına alışmaya, tolerans göstermeye çalışır... maç sırasında kitap okuyanı rahatsız etmemeyi, playstation oynamaya gelen çocukları rahat ettirmeyi, o tuvaletin ışığını sırf o istiyor diye kapatmayı, şahsi alanlarından ilk ödünleri vermeyi öğrenirler... Her sabah dolabı açtığında siyahlaşmaya başlamış o muz gözüne batsa da, sırf o muzlu süt yapar diye simsiyah olana kadar bekletmek gibi... Beraber büyünmüyordur artık, çalışan bir kadınla, sorumluluk almaya hazırlanan bir erkektir konu... Büyümüşlerdir, büyük bir adım atmadan önce, hem özgür hem bağımlı, hem özverili hem oyuncu küçük hayatlarını yaşarlar...


            Gün gelir evindeki kadın karın, adam kocan olur... belediyeden tescilli bir ailesinizdir artık... daha da artar sorumluluk, kadın yemek yapar, çamaşır yıkar, çorapları ayırır, evden yoğurdu eksik etmemeye, kızlara ancak maç günleri söz vermeye çalışır... Aileye yeni bir küçük insan geldiğinde, artık herşey o olmuştur... birbirlerini değil onu rahat ettirmektir artık hayat... onu hayatta tutmanın, ona ve gelecek dördüncüye en iyi hayatı yaşatmanın kavgası başlamıştır artık... sorumluluk hayatın kendisi olmuştur...


         Hep birileri vardır insanın etrafında, sabah uyandığında evinde birileri vardır, yan oda da birileri vardır. Bazen herkes biryerlere gitse de biraz yalnız kalsam der, bazen kaçta gelecekler diye yollarını gözler. Tersinden kalktığı, içindeki canavarın erken uyandığı günler ilk karşılaştığını tersler, sehpadaki yarım kahve bardağına takılır, makine de unutulmuş çamaşırlara bağırır, dolaptaki küflenen ekmeğe sıra geldiğinde çığrından çıkmıştır. Hep diğerine bağırır insan, hep en yakındakine sataşır, anne, ev arkadaşı, sevgili, karı, koca... mutlaka bunlardan  biridir suçlu... her kim ise canavarın ayak altında dolanan, o en olmayacak anda oralarda bulunan, nasibini o alır öfkeden... akıllıysa bulaşmaz canavara, tabii damarına basılmadıkça... canavar yine de onu ister, bağaracak, sataşacak bir insan ister.. yalnız kalırsa kendine döner öfkesi, dışa vurdukça törpülenir, söner, azalır dehşeti... 


             Yakınlarda hep birileri olsun ister insan, arada kaçamakları olsun, üç gün, bir ay, bir sene kendini dinlesin, sonra dinleyenleri olsun ister... canının istediğini yaptığında, katılacak... başarıya ulaştığında kutlayacak, sinirlendiğinde çatacak... sıkıldığında güldürecek... 'kimseyi görmek istemiyorum' diye bağırdığında duyacak, sakinliğiyle yumuşatacak birini ister... 


             Öyle ya da böyle hep diğerlerini yanına ister, yalnız kalamaz küçücük insan...  


Hiç yorum yok: