25 Eylül 2010 Cumartesi

Tophane

       Geçtiğimiz günlerde, Tophane'de, artwalk adı verilmiş yerde aynı gün açılış yapan sanat galerilerine saldırı düzenlendi. Sanatseverler sopalarla dayak yedi. Sokakta içki içiyorlar diye insanların üzerilerine biber gazları sıkıldı. Herkes şaşkın. Kimse olanlara inanamıyor... Benim şaşkınlığım ise olaya değil, onların şaşkınlığına... 

        1996'ya kadar Cihangir'de yaşadım, 2000 yılına kadar da hergün Tom Tom Kaptan sokaktaki okuluma gidip geldim. Dolayısıyla; okul kırdığım günler, okul çıkışı boş olduğum günler, yani boş zamanımın büyük bir kısmı, Tophane'de, Galatasaray'da Tünel'de geçti. Babam, Hacımimi mahallesinde doğup büyümüş, bugün Tophane parkının olduğu yerde dedemin şekerci dükkanı, Kumbaracıdan aşağıya, Boğazkesene inen sokakta da evleri varmış. Kısacası, ister genetik olsun ister ruhen olsun baya Beyoğluluyum. Hala da olana inanılmaz bir olaymış gibi bakamıyorum, bence Tophane pek tekin bir yer değildir, bu kadar farklı insanın bu kadar dipdibe ve yaşamlarını birbirlerinin gözünün içine sokarcasına yaşaması da pek mümkün değildir.

           Ben lisedeyken (92-00 arası diyelim), ana caddedeki börekçi, karşı sıradaki bakkal, yan taraftaki kırtasiyeci ve başka birsürü kimse takkeli sarıklıydı, beyoğlu ülkü ocakları tophane şubesi karşı sokaklardan birinde, umumhane ise bir diğerindeydi. Bizler de çevremizdeki çeşitli muhafazakara ve gelir düzeyi düşük kimseye göre, yan taraftaki özel italyan okuluna giden birer çeşit yabancıydık. Öcalan İtalya'da yakalandığında okula saldırıldığını unutamam. Günlerce, servislere polis korumasıyla inip binmiştik. 

         Babamın ondan 13 yaş büyük olan ablası bugün 70 yaşında, çocukluğu ve gençliği tophanede geçmiş, onun çocukluğunda semtin nasıl olduğunu sorduğumda; dedesinin zamanı - yani saltanatın iyice ihtişamlı olduğu zamanlarda- sarayın bilumum kahveci paşası, kumaşçı paşası, lokumcu paşası vs.. Tophane semtinde oturduğunu, kendi çocukluğunda ise bağnaz olmamakla beraber birçok çeşitten muhafazakar insanın, çeşitli esnaf ve ailelerinin hep birlikte yaşadığını anlattı. Evlerinin biraz üstünde bir rum mahallesi, az aşağıda Siirtliler, parkın sahil tarafında da balıkçılar varmış... 



           Bir semtin sosyal dokusunu anlamak için, tarihini anlamak çok önemli ama Tophane'nin 100 sene, 50 sene ve 5 sene önceki zamanlarında muazzam değişiklikler var.  100 sene önce sanayi merkezi. Şehrin yer değiştirmesiyle azalan evler, atlı tramvay yolunun genişletilmesi ve parkın istimlak edilmesiyle tophane'yi terk etmek zorunda kalan esnaf, yıkılmaya bırakılan binalar, ucuzlayan, popülariteden düşen sokaklar... Şehrin aldığı göçle beraber, din ve ahlaken muhafakazar ama istanbullu olmayan bir kesimin  giden esnafın yerini almasının paralelinde, travesti, esrar satıcısı ve keranenin de yüzlerce yıllık sokaklara yerleşmesi. Ve son olarak eski binaların müteahhitlere verilip yeniden yapılıp rant sağlanması, bu sefer esnafın ortasına gelen entellektüel çevreler.

           90'lı yıllarda İstiklal caddesinde kimse Galatasaray'dan öteye yürümezdi, Asmalımescit ve Tünel'de bazı bilindik meyhaneler, tavla ve okey oynanan kahvehaneler, genelevler ve sulu yemek yapan esnaf lokantaları dışında pek birşey yoktu. Şimdilerde Tünel'de, Kuledibi'nde yaşayan jenerasyon o zamanlar Etiler-Bebek-Nişantaşı bölgesinde takılmaya bayılır Beyoğlu'na burun kıvırırdı. İşte tam o noktada İstanbul'un eski şehri, bir avrupa old town'una benzetilmek istendi. Çürümeye terkedilmiş yüzlerce yıllık binalar renove olsun istendi, en eski Beyoğlu geri gelsin istendi. Yani hep yapıldığı gibi, önce yıkıp sonra diriltmeye çalıştık, akıllar başa sonradan geldi. Tünel ve Şişhane'den başlayan akım Kuledibine indi. Çoğu bina yabancı ortaklı şirketlerce alındı-yapıldı-satıldı ve ya binlerce euroya kiraya verildi. Serdar-ı ekremdeki 100 m2 dairenin fiyatı Bebekte boğaz manzaralı daire ile eşitlendi (1.2 ML dolar!!) 500 liraya kiraladığı derme çatma daireden fiziki ve ya ekonomik kuvvet ile çıkarılan halk bir baktı ki... çıktığı daireyi yapmış, makyajlamış 1000 euroya bir yabancıya verivermişler... 700 lira kira veren berber dükkanına 'şimdi 3000 lira' dendi, ve ya çık... İstanbul esnafının yerini almış anadolu esnafının da yerine bu sefer Beyoğlu'nda yaşamayı ve takılmayı çok cool bulan o gençlik geldi. Geldi ama, orada var olana tepeden baktığı, daha pembe, bambaşka bir dünyadan geldiği için çok rahat davrandı, dolayısıyla da ahali birbirine girdi. Entel dantel sanatseverler de biranda dağdan gelip bağdakini kovanlar klasmanına girdiler. 

          Bu iki kitlenin böyle emrivaki biçimde ve plansızca beraber yaşayamayacağını zaten aklı olan herkes görebilirdi. Geçen sene bizzat şahit olduğum bir sahne şöyle: kumbaracıda yenilenerek rezidans yapılmış bir binanın çatı katında (kirası 3000 euro) bangır bangır müzik çalınan bir parti var, yan binanın en alt katındaki kahvehane ise Filistin'e yardım, katil İsrail afişleri asmış, o gün gazzede patlayan bombaların yasını tutuyor. Bu modelin sakin ve demokratik biçimde, birbirlerinin gözüne batmadan ve sataşmadan yaşayabileceğine kim nasıl inanabilir ki? Bu olaya inanamayan, çok şaşıran ve tepki veren kimselere baktığımda bir çoğunun, AKP iktidarı ile birlikte, laik kesimde artan 'vatan elden gidiyor', 'şeriat gelecek', 'bölüneceğiz' söylemlerinden ile birlikte politikayla ilgilenmeye başladığını ve Beyoğlu coollaştıktan sonra Beyoğlulu olduğunu görüyorum.

           Bazı insanlar ise bu olayları referendumdan evet çıkmasına bağladılar... Cesaret vermişmiş... sorun yalnızca dindar ile içki içen arasında değil aynı zamanda zengin ile fakir arasında, çarpık yapılaşma  yaratan rantçı belediyeci ile vatandaş arasında... Sorun, tepeden inme plansız yöntemlerle buruşturulup atıldığı yerden geri dönüştürülmeye çalışılan bir ilçenin sorunu. Ve yerel yönetimin, rüşvetle imar veren belediyecilerin suçu. Ve burası İstanbul... Türkiye'nin en önemli sorunu haline gelen İstanbul... Sonunda hiçbirimize kalmayacak olan İstanbul.



1 yorum:

yasemingenc dedi ki...

senin kadar ne politika bilirim nede ilgilenmişliğim vardır ama kusura bakmasınlar ama tophane ne ki galeri acıyorsun neye güvenip aman farklı olucam farklı yerde bir sey yapıyım demek için yapılan işler günün birinde fena sekilde geri doner bkz galeri basılması....Ayaklar bas olunca diye bir laf var.işte biz onu yasıyoruz.kımse kımseye karısmasa,herkez birbirinin dusuncesıne saygı duysa tıpkı osmanlı zamanındaki gibi.... tarih tekkur eder mi?