26 Ekim 2009 Pazartesi

Teknoloji Dediğin 1 milyon dişli canavar!



  Küresel kriz sebebiyle tüm ekonomiler, tüm pazarlar bir durgunluk, atalet, dinamizmden yoksunluk içerisindeyken, teknoloji ve yaratıcılık pazarı durmuyor, duraksamıyor. Büyük finans şirketlerinin iflas bayrağını çektiğine şahit olduğumuz günlerde internet devleri ve endüstriyel yaratıcılık harikaları karlarına kar katıyorlar.


  Şu devirde, şu şartlarda tüketimi azaltmamız gerekliliği tartışılmaz, tüm dünya nüfusunun da bu konuda çabalamaya başladığını görebiliyoruz. Daha az alıverişe çıkıyoruz, son modanın yerine vintageı koyuyoruz, hafta iki kere dışarıda yemek yiyorsak bire indiriyoruz, arabamızı eskimeden değiştirmiyoruz. Ama kişisel küçük teknolojik aletlerle başedemiyoruz. Kameralı, ajandalı, internetli,, videofonlu,  televizyonlu, 3Gli derken yeni nesil cep telefonları mesela hergün her yanımızı sarmaya devam ediyorlar. Sarmakla kalmıyor, yeni cep telefonunu alıp tüm yeteneklerinden faydalandıktan sonra 2 katı hızlı 5 katı güzel, 10 katı yetenekli yeni bir modelini delice istiyor hale gelmemiz 1 seneden az sürüyor. Birincil tüketim malzemeleri dahi krize girerken, iphone, blackberry, google, yahoo ve bilumum 3g operatörleri girmiyor, üstelik de karlarındaki yüzdesel artışla gururlanıyorlar. 


   Taraf tutmak, teknolojiye karşı çıkmak ise neredeyse imkansız. Normal, alışılmış, tarafları olan bir kavga değil bu. Üniversitedeyken hayat değiştiren cinsten bir sosyoloji dersim vardı. Konusu, evrim ile devrimdi ve ders kitabı şu cümle ile başlıyordu; 'Hiçbir devrim teknoloji kadar insan sarf etmedi'.  Fransız ihtilali, işçi devrimi, burjuvazi devrimi ve bilumum diğer devrimler ve evrimler... düşününce hepsi kanlı, sancılı oldu ama tek bir seri üretim zincirinin yaptığı gibi bir on-off düğmesi ile yüzbinleri işsiz bırakmadı. Yine de ve nitekim teknolojiye karşı olmak mümkün mü? Bir kere alıştıktan sonra otomobilsiz, internetsiz, laptopsuz, portakal sıkacaksız, fön makinesiz yaşayabilir miyiz? Öyle bir noktaya geldik ki, geri dönemeyiz artık... İnsan makineyi yarattı ve kendine karşı gelen bu insan-yarattığının bağımlısı oldu, gün gelecek kölesi de olacak.


   Makinenin dünyayı ele geçirmesi, insan-syborg savaşları üzerine binlerce kitap yazıldı, yüzlerce film çekildi, bir sürü komplo teorisi yaratıldı. Makinenin gelişimine ve geleceğine inanıyorum, hep de inandım. Blackberry'min bir autobota dönüşüp benimle konuşmasını, günlük ajandamı tutmasını, sabah kahvemi yatağıma getirmesini, unuttuklarımı hatırlatmasını, hatta bana kitap okumasını çok isterim. En yakın arkadaşım olabilir ve onu daha da çok sevebilirim. 


    Teknolojinin hayatımı ele geçirmesinden rahatsızlık duymuyor muyum?  Duymazmıyım, haftasonu bilgisayarı açmamak için kendimle tartışıyorum, hep küçük beyaz macbook'um galip geliyor. Google translator ile rekabet beni şahsen etkilemeye başladı bile, çevirip faturasını keseceğim birkaç paragrafı benim yerime google çeviriyor artık. Ama karşı koyamıyorum, karşı duramıyorum. İnsan, insanla kavga ederken, insana en büyük kötülükler yine insanlardan gelirken benim güzel beyaz makinem gerçekten de benim hayatım. Duymaya başladığım rahatsızlığa, insana insan gerek felsefemi sevmeye, korumaya çalışmama rağmen teknolojiye asla karşı koyamayacağımı, vahşi kapitalist ekonomiye ve aşırı tüketime karşı olmama da rağmen makineye karşı bir harekette asla militan olamayacağımı hissedebiliyorum.


    Birgün belki de makinenin bazı duyular, insana yakın formlar, dokular katılarak insanlaşması gerçekleşecek. Yapay zeka evimizde kahvemizi yapar, yataklarımızı düzeltir olacak. Organik yapısını hastalıklara kaptıran insanda eklenek mekanik, kalp pilleri, protezler, işitme cihazları ile makineleşmeye devam edecek. Ve günün birinde tüm diğer türlerden daha yakın olacak makine insana. Hukukçular 2000li yılların başında, komutları yaratılışlarında yüklü işlemci bilgisayarların hukuksal kimlik kazanmaları olasılığını tartışmaya başlamışlardı bile. Kölenin eşyalıktan birayliğe yükselmesi ve kimlik kazanması gibi, makinede belki birgün kimlik kazanacak, sorumlu olacak.  Konu çok hassas tabii, fazla düşününce sonu terminatöre, decepticonlara, matrixe, ghost from the shell'e, simulacrum simulacra ya savaşa kavgaya gidiyor. Ben ise komplo teorilerine inanmadan, bu türler ötesi birleşim/gelişimin olumlu, barışçıl ve maximum fayda adına olacağına inanmak istiyorum. Böyle bir teknolojik gelişimi sonuna kadar destekliyorum. Üretimin çoğalması ile teknolojik ürünlerin ucuzlaması da cabası. İlk cep telefonumun mal olduğu servet ile bugün en iyi bilgisayar alınabiliyor.


   Makine mühendisi, endüstriyel tasarımcı ya da herhangi bir çeşit mühendis olamamış olsamda teknolojiden bazı isteklerim var. Hatta naçizane fikrimle zekice olduklarına inandığım faydalı makineler;


1. Yetenek Keşfetme Makinesi: 


EKG, Dopler, Röntgen ve ya heryere yapışan dijital alıcılarla vücudumuza bağlanıp, genlerimizde ve hormonlarımızda hangi yeteneklerin baskın olduğunu ölçen bir makine hayal ediyorum. 7 yaşında yapılan ve hayati üniversite seçimini yapacağı yaşta tekrar edilen bir yetenek check-up ı çok iyi olmazmıydı? Böylelikle her çocuk yetenekli olduğu alana yönelebilir, motive olur belki de çok başarılı olurdu. Ama o çocukluğumuzda, ne zaman bitecek diye sabırsızlanarak baştan sağma yaptığımız yetenek testleri gibi değil.. dijital bir bağlantıyla gerçek yeteğimizi keşfeden bir makine... Mesela o alana yönelseydim dünyanın en iyi 100 metre koşucusu ve jokeyi ve ya atom bilimcisi olamayacağımı nerden bilebilirim. Hiç denemedim ki?....


2. Ağrı Ölçer:


Çocukların, hayvanların, yaşlıların ve ya herhangi bir nedenle ağrısını anlayamayan , dile getiremeyen canlıların tam olarak nerelerinin ağrıdığını belirleyip sabit bir ölçü skalası birimi ile ölçen bir makine olsa... Sorupta cevap alamadığımız küçüklerin, yaşlıların ve ya pek sevgili hayvanlarımızın dertlerine daha kolay deva olmazmıyız? Ve ya bel ile kalça arasındaki bir ağrıda böbrekmi ağrıyor omur ilikmi, 10 üzerinden kaç ağrıyor bir makine söylese, insan değişkenliğine kalmasa sağlığımız da gerçek bir ölçüsü olsa....


3. Elektrik üretip depolayabilen yürüyüş bantı:


Her insan hergün 2 saat, akü, pil, jeneratör gibi bir enerji depolama ve elektriğe dönüştürme yeteneklerine sahip bir bantının üzerinde yürüyüş yapsa.  Elektirk enerjisine dönüşen enerjiyi depolasa ve günlük küçük elektrikli aletlerinin kullanımına harcayabilse... Yani laptopunu, cep telefonunu, fön ve kahve makinasını  hergün sabit bir şekilde kullandığı elektriği kendi üretebilse, hem tüketen enerji kaynaklarına hem de çağımızın en tehlikeli hastalığı haline gelen obeziteye çözüm olmazmıydı? Düşünün ki, her sabah yürüş bandıma çıkıyorum, çoğaltıcılı bir şarj ünitesiyle, laptopu, fön makinasını, kahve makinasını, cep telefonumu ve diğer küçük elektronik aletlerimi bağlıyorum, 2 saatlik sporumun sonunda hem formumu koruyorum hem 12 saat kendime yetecek eletriği üretiyorum. Harika olmaz mıydı?


Post Scriptum: genelde tüm insanlar fikirlerinin çalınmasından korkar ya, ben şuan biri bunları çalsa da yapsa da ben de sevinsem diyorum...





1 yorum:

AZS dedi ki...

ntvmsnbc.com un haberine göre; ABD de geliştirilen bir teknoloji sayesinde 30 dakika yürüyüş bantında egzersiz yapan birinin cep telefonunu 6 kere şarj etmesi ve ya bir lambayı 2,5 saat yakması mümkün olmuş. Şimdilik bu yürüyüş bantlarından sadece 180 adet olsa da, bence enerji tasarufu ve kişileri spora yönlendirmesi adına harika bir gelişme. İşte birileri daha aynı benim gibi düşünüp, dileğimi gerçekleştirmiş. Çok sevindim.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25055670