24 Aralık 2009 Perşembe

Tüm Zamanların Hikayesi ve Avatar


     Orta okul birinci sınıftayken Laura Orvieto'nun 'Dünya'nın Hikayesi'nin Hikayeleri*' adlı bir kitap ile başlamıştık İtalyanca okumaya. Adından asla anlaşılamayacağı ve 12 yaşındaki bizlerden de anlamamızın beklenemeyeceği gibi basitleştirilmiş bir dille yazılmış bir mitolojik hikayeler antolojisiydi kitap. Belki de, Roma ve Yunan mitolojilerinin bir karmasıydı. Hikayeleri tam olarak hatırlamam mümkün değil ama; Truvalı Helen'le, Aşil'le, Ulisseyle, Poseidon ve Agamemnon ile ilk karşılaşmam olduğunu hatırlıyorum. Dünya'nın en eski hikayelerini anlatan antolojide; sırtından vurulan krallar, aşk uğruna ölümsüzlüklerini kaybeden tanrılar, itilip kakılan isyan eden köleler, insafsız kötüler, zulüm, korku, aşk, ihtişam, kandırmaca... Akla gelebilecek tüm hikayeler vardı. Ve hepsi de aslında tek bir hikayeyi anlatıyordu; dünyanınkini... Özetle ve mecazen herşey zaten tarihten bile önce olmuştu... 

        Her kişi mutlaka bir diğerinden farklıdır ve her kişinin detaylarında özgün bir hikayesi vardır ama genele bakacak olursak; temel hikaye, ana fikir, ulvi amaçlar hep aynıdır. Dünya; para, tükenen kaynaklar, güç, din ve toprak savaşları, ihtiras, hırs, teknoloji, yemek ve aşk üzerine kurulmuştur, yunan tanrılarından, osmanlı padişahlarına, üstün yetenekli bilgisayarlara, astronotlara, nükleer savaşlara kadar hep böyle gelmiş, hep de böyle gider. Tüm hikayelerin birbirinden farklı başrol oyuncuları, kazananları, kaybedenleri, sahneye koyanları vardır ama, kurgu nihayetinde hep bir diğerine benzer.

      Yaratıcı edebiyat ile dünyevi hikayelerin alakası ise bir yumurta-tavuk kısır döngüsü. Okuduğumuz ve seyrettiğimiz tüm yaratıcı ürünlerin arasında 'Gerçek bir Hikaye' olanlar olduğu gibi, gerçeklerin arasında 'Film gibi' ler de var. İlk çağlardan kalma anıtlar yorumlandı, üzerlerine destanlar yazıldı, destanlar film oldu ama, insanoğlu uzaya ilk kez beyaz perdede gitti. Edebiyat ve sinema zaman zaman hayata öncülük etti zaman zaman da hayattan çalıp kopyaladı.

      Geçtiğimiz günlerde, haftalardır basının her köşesinde yer kaplayan dünyanın en pahalı filmi Avatar'a, yeni bir dünya görmek, 3 saatliğine dünyevi herşeyden kopup bir yaratıcılık başyapıtı seyretmek için gittim. Ve görsel yaratıcılığa gerçekten hayran kaldım. Kullanılan teknoloji çizgi ile hareketli fotoğrafın ayırt edilemeyeceği kadar büyüleyiciydi. Yaratılan dünya ise orada yaşamak isteyecek kadar muhteşem. Görsel yaratıcılığa hayran kaldım diyerek bu ayırımı yapıyorum çünkü hikaye yine tüm zamanların hikayelerinden biri, dünyadan kopartmıyor insanı, tüm zamanlarda olagelmiş aynı vahşeti anlatıyor. Sinema eleştirmenleri 'yönetmen bu filmi ile Irak savaşına göndermeler yapıyor' yazıyorlar. Bence yönetmen, tüm zamanların güç, para, rant peşine düşmüş, yerel kültürleri ve doğayı kendi kültürünü-kültürsüzlüğünü- empoze etmek için yok etmiş, farklılıkları vahşilik zannetmiş tüm zalim beyaz adamlarına yapıyor göndermeyi. 

Filmde yeni keşfedilen gezegen Pandora'nın yerel halkı Na'viler, bir yandan çok primitif bir klan sisteminde yaşıyorlar bir diğer yandan ise hayal gücünün ve teknolojinin çok ilerisinde  organik bir iletişim sistemine sahipler. Pandora'daki tüm canlılar saçlarının, yelelerinin ve ya dallarının ucundaki tüyler sayesinde birbirlerine bağlanabiliyor, iletişim kurup bir bütün halinde yaşayabiliyorlar. Daha da güzeli, bu klan, pagan vari dinleri sayesinde bu bütünlükten korkmuyor, onunla savaşmıyor, daha fazlasının peşine düşmüyor. Kendilerini bitki ve hayvanlardan farklı ve ya üstün görmüyor, avlanırken bile avlarına teşekkür ederek, tanrıçaları Eywa'ya huzurla dönmesi için dua ediyorlar. Afrika'da, Anadolu'da, Mezopotamya'da, Amerika'da yaşamış artık müzeleri süsleyen medeniyetler gibi tek üstünlük  sahibi olan doğaya tapıyorlar. Gücü de bilgiyi de doğruyu da doğa analarında arıyorlar. 

      Hikaye hep aynı olduğu için, bela bu kez tüketilmiş yerküreden gelerek buluyor onları. Kutsal doğalarının altındaki cevhere göz koyuyor. Detaydaki farklılık ise; dünyada bulunmayan ve kilosu insan kıstasında 20 milyon dolar eden bir gezegen-altı kaynağı. Önce misyoner çabalara girişiyor insanoğlu; ehlileştirmeye, ingilizce öğretmeye, ilaç vermeye, 'yaşam şartlarınızı iyileştireceğiz' diyerek kandırmaya çalışıyor. Sonunda, uzay gemileri, makineli tüfekler, avatar programıyla bedenlerine girmiş ajanlarla savaş açıyor Na'vi halkına, ağaç yuvalarını bombalıyor. Tüm zamanların tüm kötü adamlarının hep yaptığı gibi ok atan yerlilere savaş gemileriyle saldırıyor. 

      Antik çağlarda tanrılar yaratmıştı insanlar, onlara isimler vermiş doğal olayları tanrılara yormuş, yağmuru, şimşeği, gökgürültüsünü, denizlerin dalgasını, ışığı tanrılaştırmışlardı. Şimdi ise, doğayı kaybetmenin, yerel kültürleri yok etmenin acısıyla katledilen halkların benzerlerini filmlerde yaratıyorlar. Hikayeler hep aynı, savaş hep aynı, yöntemler bile aynı. Avatar'da dünyanın hikayelerinden biri. Ama 'Biz bu filmi görmüştük' demek imkansız. Mekan, kurgu ve yeni dünya öylesine yeni, öylesine etkileyici ki, bir insan beyninin o ormanı, o canlıları hayal edip yaratışına hayran bırakıyor. Herşeye rağmen insanoğluna, teknolojiye hayranlık duyabilmek için bir bahane veriyor insana. Üstelik, aynı hikayeyi, dünya topraklarında yaşamış ve yok olmuş ırkların, klanların, mahfedilmiş doğanın aksine film de mutlu son var. Na'vileri, 6 bacaklı atları,  uçan rengarenk yaratıkları, kalın derili devasa siyah kaplanlarıyla Pandora'nın doğası, başarıyor insanoğlunun ihtirasını yenmeyi. 


     Avatar'ın 2. bölümü olur mu bilmem. Tüm hikayeler de hep içeriden birileri kışkırtılır, kandırılır ve kendi menfaati için halkını satar ya... Bir Na'vi de insanoğlundan ihtirası öğrenip, belki de sadece kolanın tadını sevip, 'modernleşeceğim, maden ticareti yapıp havuzlu villalarda oturacağım, ateşli silahlarım, havalı arabalarım olacak' diye düşünüp de satar mı Pandora'yı bilinmez... 

Afrika'dan bir söz:

Batılılar geldiklerinde ellerinde incil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde incil, onların elinde topraklarımız vardı.
                   





  
* Kitabın ismi Storie della Storia del Mondo - Dünya'nın Hikayesinin Hikayeleri ve ya Dünya'nın Tarihinin Hikayeleri şeklinde Türkçe'ye çevirilebilir, zira italyancada tarih ile hikaye aynı anlama gelmektedir. Ben dünyanın hikayesinin hikayelerini seçtim.            

2 yorum:

Hayat Belki Bazen dedi ki...

Film hakkında çok tavsiye aldım ama henüz izlemeye fırsatım olmadı. Mutlu yıllar dilerim:)

AZS dedi ki...

size de mutlu yıllar. filmi tavsiye ederim, mutlaka görülmeli..