14 Ocak 2010 Perşembe

Politikanın Evrimi

Politikanın tarihi insan kadar eskidir. Tarih boyunca insan, primitif ve ya modern birşekilde hep politik olmuş, politikacılar hep varolmuş, düşünürler politikaya değişik vizyonlardan bakıp değişik tanımlarını ortaya çıkarmışlardır.

İlk tasviri yapan Aristo, antik Yunan kentleri 'Polis' lerin yönetimine atıfla, ''toplumu kolektif iyilik adına yönetmek'' anlamına geldiğini söylemiş politikanın.  ''Toplumları yönetme sanatı''dır denilmiş... Birçok düşünürün farklı tabirleriyle geçen yüzyılların birinde Machiavelli Prens'in nasıl olması ve ne yapması gerektiğini anlatarak siyasete ilk bilimsel yaklaşımı yapmış, o zamanın vizyonuyla tabii ki. O zamana kadar sanat gibi göreceli olarak yaklaşılan politika, böylelikle bilim mertebesine yükselmiş, branşları, metotları, çeşitleri tartışılmaya başlanmış. Yine de bazı açılardan hep göreceli, yoruma açık olmuş, hatta gün gelmiş yorumun ta kendisinden ibaret olmuş.

Bir başka tanıma göre 'güce sahip olma savaşı, gücü kullanmanın meşru biçimi'dir, politika. Bu tanım da güçten ne anladığımıza göre değişkenlik gösterir. İnsan üzerinde meşru biçimde güç kullanabilen tek varlığın devlet ve onun yönetim mekanizması oluşu mutlak bir gerçektir ama uygulanan gücün ve meşruiyetin tanımı herşeyi değiştirebilir. Anarşist-pesimist düşünürler bu gerçeği terörün tek meşru uygulayıcısı tanımına dek sürdürmüşlerdir, zira devlet ve politika meşru kuvveti ile insanın eline silah verir, ordular kurar, insanın başına polisten bekçiler diker. Hizmet verse de vermese de vergiler ödetir, yani her anlam da güç kullanır.

Efsanevi ve çok tartışılan bir başka tanıma bakacak olursak; antik Yunanca'dan gelen ''politika'' kelimesi, poli; çok ve tika; yüz kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Yani, ''çok yüzlülük'' demektir. Çok yüzlüdür politika da politikacı da. Zaman ve mekanın şartlarına göre farklı yöne döner yüzünü, yani, istisnalar hariç, kaypaktır. İçindeki gerçeği saklamalıdır politikacı, bir yönü vardır ama, çoklukla devrin adamıdır.

Bir meslek olarak baktığımız da politikacılığın başarı ve başarısızlığı tek bir kıstas ile ölçülemez. Çünkü muhalefet de, totaliter rejimler dahil, her zaman var olmuştur, gizli ve ya açık haliyle. Lider olmalıdır politikacı, hitabet sanatını yönetmekten daha iyi bilmesi yeterlidir çoğu zaman. Bilimsel anlamda karizmaya sahip olmalıdır. En demokratik rejimde bile otoriter olmalıdır, bir devleti yönetmeye soyunan kimse. Monarşi ve hanedanlarda ruhani ve ya tarihi bir meşruiyet ile tahta geçen yönetici halkını korumalı, güvenliğini sağlamalı ve karnını doyurmalıdır ama demokrasilerde liderlik vasfı daha da ön plana çıkar. Öncelikle, seçilmelidir çünkü. Üstelik, seçilmek mesleğinin zirvesi, başarı göstergesi olmadığı halde.

Politikanın ana teması ve genel geçer dinamikleri tüm zamanlarda böyle olmuştur ama iletişim çağı çok derin değişiklikler yapar politikada ve politikacıda. Kitle iletişimin devreye girmesi, nice devrim ile süslenmiş politik evrimin dönüm noktasıdır adeta. Antik Yunan'da sarayın balkonundan halka hitap ederdi politik insan, yönetici. Feodal derebeyler meydanlarda, kral ve padişahlar fermanlarla iletirlerdi halka diyeceklerini.  Kitle iletişimi, radyo, televizyon, her çeşidiyle basın işin içine girdikten sonra bambaşka oldu politik hitabet sanatı. Kalıcı oldu, yıllar sonra bile o gün o meydanda söylenenler hatırlandı, yapılanlar ve yapılmayanlar unutulamadı. Yaygın oldu, dünyanın diğer ucuna anında ulaşmaya başladı. Ama asıl önemlisi, yönetici ile halkın arasına mesaj taşıyıcı bir filtre girdi. Hitabet kademeli hale geldi, meydanlarda konuşan lider, basın toplantılarını tercih etmeye, söylemlerini medya uzmanlarına yazdırmaya başladı.

Sahneye adı üzerinde bir 'aracı' olarak çıkan medya, zamanla siyasetin dördüncü kuvveti haline geldi. Gündemi aktarırken, gündem belirlemeye, yandaş ve ya muhalif oluşu farketmez, güç sahibi olmaya başladı. Rant ve güç adına, kitle iletişim kanalı sahibi olan karanlık ve diğer işleri bilinmez medya patronlarından bahsetmeyeceğim bile. Politik söylem ve faaliyet has ve saf olarak değil de yorumla aktarılmaya başlandı. Farklı haber kaynaklarından okuyunca başkalaşan, kafa karıştıran aynı olaylar gibi... Çok da haksız değildi aslında medya ve mensupları, karşılarında haberi okuyup kavramak, işin özünü anlamak isteyen değil, yorumu okuyup inanan, veya inanmayan, halklar vardı. Kavramaya değil inanca önem verdikçe anlama  yetilerini yitirdiler.

Halka çoğunlukla bilgiyi değil haberi ileten medya, halkla birlikte politikacıyı da eline geçirdi. Söylemini,  geçeceği filtreyi, alacağı yorumu öngörerek yapmasına sebep oldu. Manşetin karakter sayısına göre sloganlar atıldı, sayfa düzenine göre fotoğraflar verilmeye çalışıldı. Dolayısıyla politikacı da değişti, değiştirildi. Hitabet sanatından, propagandaya, liderlik vasıflarına, yönetim kapasitesine kadar tüm karakteristik dinamikleri başkalaştı. Ekran da nasıl göründüğü önem kazandı. İdeolojilerini temsil eden siyasetçilerin yerine, iyi bir takım elbise ve pişkin bir gülümsemeyle iyi medya satın alma yapabilen, şirket yönetir gibi devlet yöneten politikacılar geldi. Politikacılar medyatikleştiği gibi, her medyatikleşen de politikaya atılmaya, siyasi söylemlerde bulunmaya başladı.

Evrimi sırasında ruhani liderler, kişi bazlı politikalar, siyasi partiler gören siyaset, bugün medya-politika diye adlandırılan bir yapıya kavuştu. Uluslararası literatürde media-politics denilen ama bu şekliyle Türkçe'ye çevirildiğinde basın yayın kurumun politik çerçevesi gibi gözüken bir terim bu. Güç savaşının iletişim çağındaki tasviri. Hem de, adının yanıltabileceği gibi, tüm siyaset sahnesinin, kitle iletişimi vasıtasıyla ve açıklıkla kitlenin gözleri önünde oynandığı bir savaş da değil. Kapalı kapıların, derinliklerin, meçhullerin, tüm kasvetleriyle varolmaya devam ettiği, korkutucu yepyeni dinamikler tarafından yönetilen, aracısından aktörüne herkesin gücün peşinde olduğu bir savaş.  'Toplumu kolektif iyilik adına yönetmek' gibi iyimser ve masum bir kavramdan gelerek bir show sahnesine dönüşen yönetim ilminin yeni yüzü, yönetici sınıfı kitle ile yakınlaştırır gibi gösterip kandırıyor insanı. Oysa, birey ile devlet, birey ile politika her geçen gün birbirinden uzaklaştırılıyor. Çünkü, mesajı yaymak kolaylaştığı gibi, suni gündemlerle, asparagaslarla halkı oyalamak da kolaylaşıyor.

Politikanın evrimi, dünyanın farklı yerlerinde farklı güzegahlar izlemiş, bazı yerlerde devrimlerle yüzyılları atlamış, bazılarında ise atıl ve çağ dışı kalmış, evrilememiştir. Ama, iletişimin büyük etkisini, katkı ve darbesiyle birlikte, her yerde, her rejimde hissetmiştir. Geriye dönüşü olmayan tüm akımlar gibi, ne teknoloji ne de iletişim bundan sonra geri durmayacak, politikadan elini ayağını çekmeyecektir. Ve insanın kanmamasının, kandırılmamasının, güdülmeye izin vermeden toplum içinde varolmasının, özgün bir siyasi fikre ve duruşa sahip olmasının tek yolu bireysel bilinçtir.  Yönetici sınıfı, siyaset sahnesi ve medyanın karşısında her gün küçülen, küçültülen, değersizleşen ve değersizleştirilen bireyin, tek çıkar yolu kendi kendini bilgilendirmek, merak ve araştırmadan vazgeçmemek, bilgi ve haberi kaynağından almaya çalışmak.  Kendine değer veren, eğitimli ve bilinçli insan için teknoloji muhteşem bir araçtır.


Hiç yorum yok: