15 Haziran 2010 Salı

Zamana Dışarıdan Bakmak

             Yeni dünya düzeni adını verdiğimiz konsept eskidi bile. Hergün her saat dünyada birşeyler değişiyor. Çatırdayarak, kırılıp parçalanarak, kayıp birleşerek, yerlerine oturmaya çalışan, sosyo-ekono-politik fay hatları tüm dengeler. Temel değerler, ana karalar sanki, kocaman kıtalar, denizler, aşırı büyüklükteler. Zaman zaman depremlerle tetikleniyor fay hatları, kırılıyor, eğilip bükülüp yeni bir forma geçiyorlar. Etrafı sallayarak tabii. On bin yıllık bir tarihe bakınca 'şu kadar bin yıl sonra dünya bu halini aldı' gibi cümleler kuruyor jeologlar. Yerleşme esnasında kırılan, parçalanan, birleşenler...

                  Ani de değişse, zamanla da otursa yerine aniden anlaşılmıyor dünyanın kırıkları, özellikle de yeni oluşanları. Daha yazılmamış bir tarihin günlerini geçiriyoruz. Adı henüz konulmamış savaşları, savaş olduğu henüz kabul edilmemiş uygulamaları günlük düzenimize harmanlayıp, yaşayıp gidiyoruz birşeylerin içinde. Birşeyler de hiç durmadan değişiyor.

             Fay hatlarının her kıpırdanıp, zulum ve yıkımdan sonra yerine oturuşu sonradan niteleniyor. Büyük komutanların ya da devlet adamlarının adları, yer isimlerinin uyarlamaları, ani evrimlere takılan fiyakalı tanımlar. Tarihin şahit olduğunun yanında üç beş senelik yıkımlar bile, aslında miniminnacıklar... 

               Floransa'daki Duomo'nun temeli atıldıktan sonra bugünkü halini alması 600 yıl sürmüş. 600 yıla şahit olmuş Duomo meydanı. Yirmişer yıl hüküm sürseler otuz prens, onar yıl sürseler atmış savaş, altmışar yıl yaşasalar yüz sanatkar görmüş. En basit, dümdüz matematikle... Herbiri de ne kadar önemli hissetmişlerdir kendilerini. Lorenzo tüm muhteşemliğiyle tarih oldu. Rönesans sırasında yaşayan Toskana'lı çiftçi yanı başında büyük değerlerin değiştiğinin farkında mıydı acaba? Biz bugün neyin içinde yaşadığımızın farkındamıyız?

             Üçüncü Milenyumun ilk on yılına 'günümüz' diyelim. 2001'de herşeyin değiştiğini birebir yaşayarak farkettik. Ama gerçekten anlamak için geleceğe gitmek şart. İnsanlık dördüncü milenyuma yaklaştığında bizim 'günümüz'e ne ad verecek? Geleceği bilemeyeceğimiz gibi, geleceğin tarihi nasıl yazacağını da bilemeyeceğiz.

               Yıl 2110 diyelim. Bir yüzyıl daha geçmiş, bugünün in lerinin hepsi antika olarak müzelerde. Aynı yerlerden geçen faylar artık bambaşka olmuşlar. Değerlilerle değersizler yer değiştirmiş belkide...

            Türkiye Cumhuriyeti mesela, 87 yıldır var. 630 yıllık bir imparatorluğun tek mirasçısı, islam aleminin yegane demokrasi deneyimlerinden biri. Bugün ekseninin doğuya kaymasından bahsederken 2110'da nerede, nasıl olacak, var olacak mı bilebilir miyiz?  Belki de, 'Müslümanların kısa ömürlü, ithal demokrasi deneyimi' olarak tarih kitaplarında yerini almış olur. İslama dönüşün başlangıcını da günümüze konumlandırır, torunlarımızın torunları...

            Ve ya, İslam dünyasının reformunu, rönesansını, sanayi devrimini sil baştan gerçekleştirip, seküler ve eşitlikçi bir Asya Birliği kurar Türkiye Cumhuriyeti. Avrupa'dan ithal etme değerlerle değil kendi özüyle kendi sistemini oluşturur. 2040'da başvuru yapan Çin, 2050'lerde uyum yasalarını hazmetmeye çalışır olur belki..  

                  Belki, merkezi devlet yapısı, milliyetçilikle birlikte tamamen yok olur dünyadan. Büyük Asya Federasyonu içerisinde özerk küçük şehir devletleri. Bölgeler Avrupası'na komşu olarak... Amerika Birleşik devleti de dağılmış. Herkes yerel tatlarını özgürce yaşatıyor. Büyük ekonomiler tarafından güdülmeyen, yerel üretimlerin çeşitliliğine dayalı yeni bir globalizasyon teorisi çıkartır ortaya hayat vereceğimiz nesiller...

           Ya da, belki 11 eylül 2001'de başlayan 3. dünya savaşının içinde yaşıyoruzdur. Akabinde yaşanan olaylar silsilesine sonradan bakıldığında hepsinin bir bütün olarak 3. dünya savaşının ilk sayfası, bir çeşit hazırlık dönemi olarak tanımlanır yüzyıl sonranın tarihçileri tarafından...

                 Birçok kimsenin inandığı gibi, Avrupa Birliği mirasçısı olacak tutkulu yeni nesiller bulamayıp, yaşlanıp yokolmaz belki... 2020'de CERN'deki parçacık fiziği çalışması sayesinde, düşük maliyetli ve tükenmeyen kaynaklardan elde edilebilen yeni bir enerji keşfedilse. Yok olur mu Avrupa?

              Nükleer bir felakete de kurban gidebilir insanlık... Hayat tekrar yolunu bulduğunda fosillerimize bakarken 'oksijenle yaşayan, insan adlı canlı kendi sonunu kendi hazırlamış' der belki mirasçımız olacak bambaşka canlılar. 

         Olasılıklar sonsuz, tahmin ve kehanetler de. İnsan ile onun zamanı ise geçici... Günümüz'ün  tanımlanamaz olduğu gibi... Birşeyleri anlamak için kendimizin, zamanımızın dışına çıkmalıyız. Uzaktan biryerlerden, zamanın dışından, geçiciliğimizin farkında olarak bakmalıyız etrafa. Zamanımıza, değerlerimize, bugünümüze ve başkalarınınkilere de... 




Hiç yorum yok: