29 Eylül 2010 Çarşamba

No Berlusconi Day 2

Geçen yıl 5 Aralık'ta Roma'da düzenlenen ve 1 milyon kişinin mor kostümlerle katıldığı No Berlusconi Day, 2 Ekim'de tekrar meydanlarda olmaya hazırlanıyor... 


         İlk Berlusconi'ye Hayır! günü farklı sektörlerden birkaç gencin önayak olmasıyla geçen sene düzenlenmiş ve tüm dünya basınında ses getirmişti. Tarafsız, öncü ve apolitik bir renk olan 'mor'u temel iletişim renkleri seçen ekip, Berlusconi yönetiminden memnun olmayan ve mor atkılar, şapkalar, şemsiyelere bürünmüş   bir milyon kişiyle beraber 5 aralık 2009 günü Roma meydanlarını doldurdu. Mitingin hemen sonrasında anonim bir blog olan San Precario tarafından 'Mor Halk' diye adlandırılan ve bu ismi benimseyen mitingçiler bir yıl sonra 2 Ekim Cumartesi günü tekrar Roma'da toplanmaya hazırlanıyorlar. Bir senelik bir çalışmanın ardından organizasyon yetenekleri daha da gelişmiş ve çok daha iddialılar. Berlusconi'yi kovamaya geliyorlar! 


       No B Day organizatörleri Popolo Viola'nın geçen bir senede protestocu olmaktan, organize bir grup olmaya doğru sağlam adımlarla yol aldıklarını söylüyor. Herşeyden önce mevcut seçim yasasının değişmesini talep eden, çıkar çatışmalarını düzenleyen ve yeni Berlusconiler doğmasını engellemeyen yeni yasaya karşı çıkan ve erken seçime gidilmesini öneren Popolo Viola 5 farklı tez ortaya koyuyor;


1. Yaşasın Anayasa: İtalyan anayasası kamu düzenine ışık tutan ve demokratik yaşamı koruyan bir belgedir. Tüm kısımlarıyla uygulanmalı, şahsi ve politik çıkarları için ona el sürmeye kalkanlar engellenmeli ve anayasa asla değiştirilmemelidir.

2. İş mal değildir: İş ve iş gücü toplumun gelişiminin en önemli faktörüdür. Çalışan kişinin hakları pazarlık unsuru olmaya müsait değildir. Son yıllarda uygulanan sosyal güvencelerin gelişimini duraksatan ve tüm jenerasyonları umutsuzluğa ve kötüye kullanılmaya iten modeller aşılmalı. 

3. Mafia Devletten dışarı!: Hukuksuzluk kurumlarda ve toplumda yayılmakta, yurttaşların yaşam kalitesini ve ülkenin gelişimini duraksatmaktadır. Yolsuzluk, rüşvet, ahlaksızlık, siyasal kurumlar içerisinde bunlara müsamaha gösterilmesi ve mafya, ülkenin maddi ve manevi gelişiminin önündeki bir numaralı engel. 'Temiz Parlamento' için biraraya gelen sivil toplum hareketleri ile bunlarla savaşılmalı ve siyaset sahnesi temizlenmeli. Yasallık kültürü okullardan başlayarak anlatılmalı ve mafya ile savaşırken hayatından olmuş tarihi figürlerin değeri korunmalıdır. 

4. Bavaglio Yasasına Hayır: Suç ve yolsuzluk olaylarının basın, yayın ve Ağ özgürlüğü, otoritarizm ve benzeri virüslerin en önemli panzehiridir. Bunlar gelişmiş demokrasilerin vazgeçilmez varlığıdır, dolayısıyla da kültürel fonksiyonları ve siyasetçi sınıfın eylemleri üzerindeki kontrolleri korunmalı ve teşvik edilmeli. Televizyonda tekelleşmenin yaşandığı bir ülkede, ifade özgürlüğü ve plüralist basın-yayın demokrasinin başlıca koruyucuları olarak varolmalıdır. 

5. Aranmayan Araştırma: Globalleşen dünyada araştırma ve bilime yatırım yapmayan bir ülke kültürel, bilimsel ve endüstriyel cüceliğe mahkum olur. Üretimin tekrar canlanması, krizin aşılması ve welfare'in kuvvetlendirilmesi için  Üniversitelere ve devlet okullarına daha çok kamu yatırımı yapılmalıdır. 

        Öne sürdüğü tez ve taleplerle farklı ideolojilerden ve çok farklı sosyal sınıftan kişiye ulaşan Popolo Viola aslında sosyal networklerde başlayan, facebook ile gelişen, bloglarla yayılan ve meydanlarda milyonlara ulaşan yeni nesil bir taban hareketi. Organizasyon ekibi çeşitli sektörlerden 25-40 yaş arası gençlerden oluşuyor ve interneti çok iyi kullanmayı başarılarının sırrı olarak tanımlıyorlar. Bu organizasyona önayak olan kimselerin arasında reklamcılar olduğu gibi daha önce demokratik sol partilerin gençlik kollarında siyaseti denemişler de var. Dolayısıyla, kurumsal iletişimi, siyasal iletişimle harmanlayıp, yolsuz hükümete, barbarlık ve şövenizm sembolü haline gelmiş Berlusconi'ye 'Hayır!' diyen herkesi biraraya getirmeyi büyük ölçüde başarıyorlar. Bazı muhalefet partileriyle ortak mücadele alanlarında bulunmalarına rağmen, hemen hepsinden uzak duran ve yavaşlıklarından (!) yakınan Popolo Viola hedeflerinin ülkeyi değiştirmek olduğunu ve bu amaç doğrultusunda bağımsız programlarında son derece kararlı olduklarını her fırsatta dile getiriyor.

       Hareketin ana muhalefet partisi tarafından finanse edildiği, gösterildiği kadar sivil ve masum olmadığı da konuşulmuyor değil tabi. Yine de finansmanla ilgili herhangi bir kanıt ve ya belge ortada yok. Mor halk, web sitesinde ''Berlusconi'yi kovmak için 5 euro'' başlıklı bir banner yapmış. Organizasyon ve ulaşım için gereken 40.000 euroya ulaşmak için bağış topluyorlar. Çoktan ulaşmış olduklarına eminim ama tabii bu detayları 2 Ekim'den sonra öğreneceğiz.

        
        Şimdilik söyleyebileceğim, morlar giymiş milyon kişinin 2 Ekim cumartesi günü saat 15:00 'de (TSI) Roma'nın La Repubblica meydanında buluşarak San Giovanni meydanına yürüyeceği ve katılan sanatçıların konser ve gösterileri ile, mitinge bu meydanda devam edecekleri. İletişim konusunda başarılı olan ekip ulaşımı da raslantıya bırakmamış, İtalya'nın hemen her yerinden toplam 36 adet otobüsü Roma'ya gelmek isteyenler için çoktan ayarlamış, şöför ve sorumlu gönüllülerin ile irtibat bilgilerini web sitelerinde yayınlamışlar. Sol Federasyonu, Yeşiller Federasyonu, Genç Komunistler ve ünlü Temiz Eller savcısı Antonio Di Pietro gibi önemli isim ve kurumların katılımının yanı sıra, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan italyanların da daha ufak çapta organizasyonlarla destek vereceği miting, dünyanın tüm yolsuz hükümetlerine ve apolitik kalma kolaycılığına kapılan tüm dünya gençliğine önemli bir ders verecek!


No B Day 1 ile ilgili yazım: 
http://azs-azs-azs.blogspot.com/2009/12/no-b-day.html

No B Day 2 web sitesi: 
http://noberlusconiday2.wordpress.com/

Popolo viola resmi web sitesi:
http://www.ilpopoloviola.it/

Popolo Viola Facebook grubu: 
http://www.facebook.com/popviola
  

25 Eylül 2010 Cumartesi

Tophane

       Geçtiğimiz günlerde, Tophane'de, artwalk adı verilmiş yerde aynı gün açılış yapan sanat galerilerine saldırı düzenlendi. Sanatseverler sopalarla dayak yedi. Sokakta içki içiyorlar diye insanların üzerilerine biber gazları sıkıldı. Herkes şaşkın. Kimse olanlara inanamıyor... Benim şaşkınlığım ise olaya değil, onların şaşkınlığına... 

        1996'ya kadar Cihangir'de yaşadım, 2000 yılına kadar da hergün Tom Tom Kaptan sokaktaki okuluma gidip geldim. Dolayısıyla; okul kırdığım günler, okul çıkışı boş olduğum günler, yani boş zamanımın büyük bir kısmı, Tophane'de, Galatasaray'da Tünel'de geçti. Babam, Hacımimi mahallesinde doğup büyümüş, bugün Tophane parkının olduğu yerde dedemin şekerci dükkanı, Kumbaracıdan aşağıya, Boğazkesene inen sokakta da evleri varmış. Kısacası, ister genetik olsun ister ruhen olsun baya Beyoğluluyum. Hala da olana inanılmaz bir olaymış gibi bakamıyorum, bence Tophane pek tekin bir yer değildir, bu kadar farklı insanın bu kadar dipdibe ve yaşamlarını birbirlerinin gözünün içine sokarcasına yaşaması da pek mümkün değildir.

           Ben lisedeyken (92-00 arası diyelim), ana caddedeki börekçi, karşı sıradaki bakkal, yan taraftaki kırtasiyeci ve başka birsürü kimse takkeli sarıklıydı, beyoğlu ülkü ocakları tophane şubesi karşı sokaklardan birinde, umumhane ise bir diğerindeydi. Bizler de çevremizdeki çeşitli muhafazakara ve gelir düzeyi düşük kimseye göre, yan taraftaki özel italyan okuluna giden birer çeşit yabancıydık. Öcalan İtalya'da yakalandığında okula saldırıldığını unutamam. Günlerce, servislere polis korumasıyla inip binmiştik. 

         Babamın ondan 13 yaş büyük olan ablası bugün 70 yaşında, çocukluğu ve gençliği tophanede geçmiş, onun çocukluğunda semtin nasıl olduğunu sorduğumda; dedesinin zamanı - yani saltanatın iyice ihtişamlı olduğu zamanlarda- sarayın bilumum kahveci paşası, kumaşçı paşası, lokumcu paşası vs.. Tophane semtinde oturduğunu, kendi çocukluğunda ise bağnaz olmamakla beraber birçok çeşitten muhafazakar insanın, çeşitli esnaf ve ailelerinin hep birlikte yaşadığını anlattı. Evlerinin biraz üstünde bir rum mahallesi, az aşağıda Siirtliler, parkın sahil tarafında da balıkçılar varmış... 



           Bir semtin sosyal dokusunu anlamak için, tarihini anlamak çok önemli ama Tophane'nin 100 sene, 50 sene ve 5 sene önceki zamanlarında muazzam değişiklikler var.  100 sene önce sanayi merkezi. Şehrin yer değiştirmesiyle azalan evler, atlı tramvay yolunun genişletilmesi ve parkın istimlak edilmesiyle tophane'yi terk etmek zorunda kalan esnaf, yıkılmaya bırakılan binalar, ucuzlayan, popülariteden düşen sokaklar... Şehrin aldığı göçle beraber, din ve ahlaken muhafakazar ama istanbullu olmayan bir kesimin  giden esnafın yerini almasının paralelinde, travesti, esrar satıcısı ve keranenin de yüzlerce yıllık sokaklara yerleşmesi. Ve son olarak eski binaların müteahhitlere verilip yeniden yapılıp rant sağlanması, bu sefer esnafın ortasına gelen entellektüel çevreler.

           90'lı yıllarda İstiklal caddesinde kimse Galatasaray'dan öteye yürümezdi, Asmalımescit ve Tünel'de bazı bilindik meyhaneler, tavla ve okey oynanan kahvehaneler, genelevler ve sulu yemek yapan esnaf lokantaları dışında pek birşey yoktu. Şimdilerde Tünel'de, Kuledibi'nde yaşayan jenerasyon o zamanlar Etiler-Bebek-Nişantaşı bölgesinde takılmaya bayılır Beyoğlu'na burun kıvırırdı. İşte tam o noktada İstanbul'un eski şehri, bir avrupa old town'una benzetilmek istendi. Çürümeye terkedilmiş yüzlerce yıllık binalar renove olsun istendi, en eski Beyoğlu geri gelsin istendi. Yani hep yapıldığı gibi, önce yıkıp sonra diriltmeye çalıştık, akıllar başa sonradan geldi. Tünel ve Şişhane'den başlayan akım Kuledibine indi. Çoğu bina yabancı ortaklı şirketlerce alındı-yapıldı-satıldı ve ya binlerce euroya kiraya verildi. Serdar-ı ekremdeki 100 m2 dairenin fiyatı Bebekte boğaz manzaralı daire ile eşitlendi (1.2 ML dolar!!) 500 liraya kiraladığı derme çatma daireden fiziki ve ya ekonomik kuvvet ile çıkarılan halk bir baktı ki... çıktığı daireyi yapmış, makyajlamış 1000 euroya bir yabancıya verivermişler... 700 lira kira veren berber dükkanına 'şimdi 3000 lira' dendi, ve ya çık... İstanbul esnafının yerini almış anadolu esnafının da yerine bu sefer Beyoğlu'nda yaşamayı ve takılmayı çok cool bulan o gençlik geldi. Geldi ama, orada var olana tepeden baktığı, daha pembe, bambaşka bir dünyadan geldiği için çok rahat davrandı, dolayısıyla da ahali birbirine girdi. Entel dantel sanatseverler de biranda dağdan gelip bağdakini kovanlar klasmanına girdiler. 

          Bu iki kitlenin böyle emrivaki biçimde ve plansızca beraber yaşayamayacağını zaten aklı olan herkes görebilirdi. Geçen sene bizzat şahit olduğum bir sahne şöyle: kumbaracıda yenilenerek rezidans yapılmış bir binanın çatı katında (kirası 3000 euro) bangır bangır müzik çalınan bir parti var, yan binanın en alt katındaki kahvehane ise Filistin'e yardım, katil İsrail afişleri asmış, o gün gazzede patlayan bombaların yasını tutuyor. Bu modelin sakin ve demokratik biçimde, birbirlerinin gözüne batmadan ve sataşmadan yaşayabileceğine kim nasıl inanabilir ki? Bu olaya inanamayan, çok şaşıran ve tepki veren kimselere baktığımda bir çoğunun, AKP iktidarı ile birlikte, laik kesimde artan 'vatan elden gidiyor', 'şeriat gelecek', 'bölüneceğiz' söylemlerinden ile birlikte politikayla ilgilenmeye başladığını ve Beyoğlu coollaştıktan sonra Beyoğlulu olduğunu görüyorum.

           Bazı insanlar ise bu olayları referendumdan evet çıkmasına bağladılar... Cesaret vermişmiş... sorun yalnızca dindar ile içki içen arasında değil aynı zamanda zengin ile fakir arasında, çarpık yapılaşma  yaratan rantçı belediyeci ile vatandaş arasında... Sorun, tepeden inme plansız yöntemlerle buruşturulup atıldığı yerden geri dönüştürülmeye çalışılan bir ilçenin sorunu. Ve yerel yönetimin, rüşvetle imar veren belediyecilerin suçu. Ve burası İstanbul... Türkiye'nin en önemli sorunu haline gelen İstanbul... Sonunda hiçbirimize kalmayacak olan İstanbul.