14 Kasım 2009 Cumartesi

Hayatı istiflemek


              Devrim 30 yaşına basmasına az bir zaman kala, evinde yalnız olduğu bir akşam, almış tarafsızlığı yanına, tüm sakinliğini toplamış, hayatını gözden geçiriyordu. Matematikçiydi, bir organizasyon şeması çizdi hayatına, hayalperestti de aynı zamanda bir süzgeç ile bir de raf yarattı aklında. Daha başlarken, uzunca düşünüp ince eleyip sık dokuması gerektiğini, sonunda nereye varacağını kestiremediği analizinin vakit alacağını hissetmişti. Hayatındaki insanları değerlendirecekti kendinden önce. Süzgeçten geçirip raflara dizecekti.

              'Ailem, bana hayat veren beni du dünyaya getiren var olmamı sağlayan olduğuna göre  ondan başlamalıyım' dedi. 'Onları oldukları gibi kabul ederek merkezde tutmalı, birbirimizi seçmemiş olduğumuza göre çatışmamanın, uyumlu olmanın yolunu bulmalıyım.' Ailesinin en büyük çocuğu bile değildi, ama yaratılış meselesi, bazen kendini aile büyüklerinden daha olgun, daha yaşamış hissediyordu. Sırayla, anne babasını, ağabeyini, küçük kız kardeşini bir elekten geçirdi. Uyumlu, pozitif tarafları süzgeçte kaldığı gibi, hataları, yanlışları, huysuz ve bencil anları süzgeçten geçip birer birer dökülüp aklında uçuşmaya başladılar. 'Yaptıklarını ve yaşadıklarını ayrı, yaratılışlarını ayrı değerlendireceğim' dedi Devrim. Yoksa tarafsız ve analitik olmazdı yaklaşımı. Teker teker süzdü aile bireylerini, yaptıklarını şahsi almadan, süzgeçten akıtarak... sevgi, anlayış ve hayat görüşlerine ise kendi penceresinden bakarak.
         Sorumsuz hovarda, problem çocuk ağabeyi, prenses küçük kız kardeşi, tüm dünyaya sevecenlikle kollarını açmış ailenin temel taşı annesi, bilge ama uyumsuz, asabi, sert iş adamı babası,  güzelliklerini birer birer Devrim'in süzgecine bıraktılar. Aşağıya düşüp, uçuşmaya başlayan kötülüklere baktıkça, bir sebep, karaktersel bir sorun, bir kavga buluyordu. Sonuçta hepsinin de süzgeçte kalan bir karşılığı vardı. Bir iyilik beraberinde bir kötülük getirmiş, her biri yaptıkları kötülüklerin acısını diğer taraftan bir yardım,  iyi bir niyet, bir güzellikle yansıtmışlardı dünyaya. Ailelerdi ne de olsa, hepsini oldukları gibi kabul etmeli ve sevgide eksiklik etmemeliydi.
       Ağabeyiyle asla anlaşamayacağını keşfetti, süzgeçte kalan iyilik bile Devrim'den çok başka bir frekansta, uzak ve mesafeliydi hayata. Boşvermişti o keyfine bakıyordu. Anlaşamayacaklardı ama biri düşerse diğeri koşacaktı her zaman. Birlikte büyümüşlerdi. Ne zaman başlamıştı bu ayrılık, ne sebep olmuştu, nasıl olmuştu da böyle farklı iki kişi olmuşlardı. Çocukluğunu gözden geçirdi, belki okullar, farklı çevrelerden arkadaşlar, küçükken olurundan çok büyütülen yaş farkı... Ağabeyi, kız tavlama, gece dışarı çıkmak için aileyle tartışma, arkadaşları gibi marka giyinmek için gereğinden fazla para harcama, kimseyi beğenmeme yaşına geldiğinde, o kitap okuyan, okul gazetesi için araştırma yapan, matematik dersiden çok hoşlanan, okuldan değil tatil günlerinden sıkılan bir çocuktu. Asla anlaşamayacaklardı, süzgeçte kalanlar da olsa, ancak üst, uzak raflara koyabiliyordu onu.  Kız kardeşini doğumundan beri tanıdığı için çok başkaydı ona olan sevgisi, koruma, kollama arzusu, o ailenin prensesiydi. İki ağabeyi olan, çok güzel, narin ve alıngan bir küçük prenses. İyi bir insan olacağına inanıyordu kardeşinin, ailenin en küçüklüğünden gelen bir korunma ihtiyacı hep karakterinin temel taşı olacaktı, hep narin ve küçük kalacaktı sanki.  'Umarım şanslı olur ve onu korumak için hep yanında olurum'  dedi ve onu en yakın ulaşabileceği rafa koydu. Annesi de çok özeldi onun için, süzgecin üstünde; hep yanında oluşunu, verdiği kararlarda onu destekleyişini, hastalandığında, arkadaşları tarafından hayal kırıklığına uğradığında sığınılıcak bir kucak açışını, her zorlu döneminde onu cesaretlendirişini bıraktı güzel, iyi kalpli annesi. Devrim'in süzgecinden ise kaprisleri, ilgi istemesi, babası iş seyahatlerindeyken oğullarından ayrılamayışı, hep merak edişi, ne yedin, nereye gittin, kiminleydin diye sürekli sorgulaması geçti. Önemsemedi Devrim, anne sevgisinin yanında öyle küçük pürüzlerdi ki bunlar. Anneyi, şemasının tam ortasına, en yakın rafa yerleştirdi, herşey ondan dolayı ve onun sayesindeydi zaten. Sıra babasına geldiğinde, süzgecini şöyle bir salladı ama kolay olmadı onu  değerlendirmek, onu  fazla tanımadığını hissetti. Sert bir adamdı babası, hep çalışmıştı, hep hatırlayacağı önemli günlerin birkaçında iş seyahatlerinde oluşunu, yanında olamayışını unutmadığını fark etti. Başarısızlıklarına öfkelendiği için ona kızdığını fark etti. Hırslı bir adamdı, 'Ben onun gibi olmadım diye bana kızıyor' diye düşündü. Yine de en sevdiği erkek çocuğu olduğunu biliyordu, kısacıkta olsa gözünden geçen parıltılarda görmüştü sevgisini. 'Keşke söylese, daha açık ve sevecen olsa' dedi. Babasından hala korktuğunu, çekindiğini keşfetti. Kimseyi değiştiremeyeceğini genç yaşta anlamış bilge bir ruh olan Devrim, babayı annesi ile kız kardeşinin bir üst rafına yerleştirdi. Çabuk ulaşılabilir ama yaratılışı gereği hep yanında olamayacak bir rafa. Süzgeçten dökülenlere rağmen ailesini başka hiçbir aileye değişemeyeceğini, onu o yapan herşeyin onlardan geldiğini biliyordu Devrim. Seçme şansı olsa başka bir aile değil yine onları seçerdi. Abisi hariç, hayat görüşlerini, varoluşlarını seviyordu. Sokakta tanıştığı insanlar bile olsalar seveceği karakterlerdi. Dürüst ve adillerdi, insanların azınlığı gibi. Abisi bile, tüm hovardalığına, umursamazlığına rağmen birçok kişiden daha saf, daha temizdi.
          Sıra arkadaşlarına geldiğinde, sevgilisi Deniz ile en yakın arkadaşı, Osman'dan başlamalıyım dedi. Deniz'le 22 yaşındayken, bir yılbaşı tatili için İstanbul'a döndüğünde tanışmış ve ilk gördüğü anda etkilenmişti. Hovardalık zamanlarıydı, sabit bir ilişki bir sorumluluk istemediği günlerdi. Ekonomi okuduğu Londra'ya geri dönerken de aklında kalmıştı, ama ona söyleyememişti. ''Ne diyebilirdim ki?''Senden çok hoşlanıyorum ama zamanı bu değil, bırak beni birkaç sene daha gezip eyleneyim ama kaybolma bir yere beni bekle' mi diyecektim'' Londra'da birçok kız arkadaşı olmuştu, gelip geçici, zaman zaman aşk zannettiği, deneyip yanıldığı uçucu ilişkiler. Tatile her İstanbul'a döndüğünde Deniz'le görüşmüş zaman zaman umursamaz davranmış, onu üzdüğünü bile bile duygularını saklamıştı. Yıllar sonra İstanbul'da yaşamaya, ailesi neredeyse o şehirde olup orada yaşlanmaya karar verip temelli döndüğünde artık hazırdı. Bu sefer Deniz çıkartmıştı geçmişin acısını, ancak zamanla kazabilmişti güvenini, ama bir şekilde, yine de kaybolmamış beklemişti onu. Sonunda, ikisi de bilinç yaşına, akıl çağına ermiş, sorumluluk alabileceklerine karar vermişlerdi. Tam üç sene geçmişti ve kısmen birlikte yaşıyorlardı. Seviyordu onu, anlayışlılığını, huysuz dönemlerinde, yalnız kalmak istediğinde ona saygı duyup rahat bırakışını, her ihtiyacı olduğunda ise sorgulamadan yanında oluşunu. Aşk tabi ki hafiflemişti, ilk kez yirmi iki yaşında hissettiği heyecan artık değişik birşeye dönüşmüştü. 'Hiçbir zaman onsuz olamam bundan sonra' dedi ve kendine en yakın rafa, en yakın kutucuğa yerleştirdi onu. Aşk sürmezse bile, hep sevecekti onu. Süzgecinde kalan Deniz varlığına, karakterine, hayata baktığı o anlayışlı, olgun ve sakin penceresine hayran kaldı, ayrıcalıklı özel bir insan olduğunu biliyordu Deniz'inin.
         Osman'a gelince gülmeye başladı. 10 yaşından beri arkadaşı, sınıf-sıra arkadaşı, herşeyini bilen, her yönünü tanıyan Osman'ı hangi süzgeçte eleyebilir onu nasıl bir klasmana ayırabilirdi ki. O başlı başına bir konu, apayrı birşeydi. Zaman geçip karakterleri oturmaya başladıkça arkadaşlıkları da başkalaşmıştı. 'Bugün, bu yaşımda tanışsam Osman'la bu kadar yakın arkadaş olabilirmiyim acaba?' diye düşündü. Olamazdı, insanın çocukluk arkadaşı kadar değerli olamazdı hiçbir yakınlık, ailesinden daha çok şey biliyordu hakkında, lise bitip her biri dünyanın başka şehirlerine gitmeye karar verdiklerinde üzüldüğünü hatırladı. Kopacaklarını sanmış, öyle olmamıştı. Tüm tarihleri boyunca aralarına giren tek şey, 1 yıl süren ve nedenini hayal meyal hatırlayıp süper saçma bulduğu küslüktü. Bir yıl sonra ikisi de İstanbul'da olduklarında karşılaşmışlardı. Ve tam da kaldığı yerden, hiçbir şey olmamış gibi devam etmişti herşey. O bir yılı bir daha ne konuşmuş ne de hatırlamışlardı. Osman'ı hayatının merkezine koydu, hep dostu olmuştu ve olacaktı, onunla olduğu kadar kimseyle eğlenip gülmemiş, kimseyle bu denli çok şey paylaşmamıştı. Ağabeyinden öte, gerçek erkek kardeşiydi o. 'Karakterimin tüm evrelerini, bugüne nasıl ulaştığımı, ne yanlışlar yaptığımı, sevgimi, utancımı, hayal kırıklıklarımı, herşeyimi bilen tek insan, hayatımın tek şahidi o'. En sağlam, en kolay ulaşılan rafta olmalıydı Osman.
      Süzgeçten geçirilecek daha çok arkadaşı vardı.. kısa süreli arkadaşlıklar. İş arkadaşlarına fazla güvenmiyordu zaten, en çok tanıdığı Ömer'i 2 senedir tanıyordu.  İlginç bir insandı ama gizemli, rahatsız edici tarafları vardı. Bazen birşeyler karıştırdığı hissine kapılıyordu. İş dışında da görüşüyorlardı ama  yüzeyseldi herşey. Uzak raflardan birine koydu onu da. Dostluklar zamanla olurdu, güven zamanla oluşurdu onun gözünde. Eğlendiği ama henüz güvenmediği, vakit geçirmek için uygun ama paylaşmak için çok yeni olan arkadaşlarını birer birer uzak raflara kaldırdı, kimbilir belki de zamanla aşağı iner yaklaşırlardı.
       Devrim, hayatını paylaştığı insanları birer birer süzgeçten geçirirken, saatler geçti, yoruldu. Hafiflemiş hissetmeye başlamıştı kendini, sanki en yakınları hakkında düşünmek ona bir yandan kendini tanıtmıştı ve memnun olmuştu sonuçtan. Hem onlarla, hem kendisiyle hesaplaşmıştı. İnsanları, onlarla olan ilişkisiyle değil karakterleriyle, varoluşlarıyla değerlendirmekti doğru olan ve işte o zaman gerçekten sevebilirdi birini. Pencereleri önemliydi insanların, hayata nereden baktıkları, pencelerin birbirine yakınlığı. Hayatı istiflemek te güzeldi, biliyordu artık kimin ne konumda olduğunu, hangi raf sarsıldığında ne hızda yetişeceğini. Süzgeçten geçip uçuşan kötülükleri geride kalan iyiliklerle kompanse edebileceğini. Bir sonraki boş zamanında süzgeci bu sefer kendi için kullanacaktı. Şimdiden merak etti, belki de Deniz'e anlatırdı bunu, 'Bir süzgece koy beni biraz salla' derdi, 'Merak ediyorum neler dökülüp elde neler kalacak' anlık kapıldığı heyecanla saatin geç olmasına bakmadan Deniz'i aradı. Yarı uykulu yarı meraklanmış bir sesle 'Alo' dedi Deniz, ne de olsa alışık değildi gece gece aranmaya. Devrim hep geri durmuş, kendini tamamen bıraktığını asla hissettirmemiş, peşinde olduğunu ve ne yaparsa yapsın peşinde olacağını keşfetmesine izin vermemişti. 'Deniz!' dedi. 'Hayatımı istifledim'. Ne olduğu anlayamayan Deniz 'kötü birşey mi oldu?' dedi. Onun o uykulu halini ne kadar çok sevdiğini düşünen Devrim 'Hayır canım' dedi 'Çok seviyorum seni, iyi geceler.' 

Hiç yorum yok: