2 Mart 2010 Salı

Büyük Resim

         Görünenin yalan söyleme olasılığını ve gördüğüme inanmadan önce birkaç kez düşünmeyi üniversitede okurken öğrenmiştim. İlk başta çok garip gelebilecek düşüncemi şöyle bir örnekle anlatıyım;

             Bir fotoğraf düşünelim mesela, sol tarafta koşan küçük bir çocuk sağda ise tüfekli bir asker, tüfek çocuğa bakıyor. Çocuk paspal, üstü başı dökük, yüzünde korku, hem ağlıyor hem koşuyor. Asker soğukkanlı, gözlerini kısmış kurşunun ilerleyeceği yöne kilitlenmiş. Çıkarılacak sonuç: savaş kötüdür, asker kötüdür, askerler ve savaşlar çocukları öldürür, fotoğraftaki o asker her ne ulvi sebep ile orada olursa olsun o çocuğu öldürmüştür. Atalarımız 'Gözümle görmediğime inanmam' demişler ama bizlere 'gözümle görsem bile inanmam' demek düşer. Zira resmin gerçek boyutunu asla bilemeyiz. Şimdi, aniden, fotoğrafa sihirli bir el veya bir bilgisayar programının değdiğini ve merceğin sola doğru büyüdüğünü düşünelim. Çocuğun sol arka çaprazında, terörist kıyafeti diye adlandırdığımız kostümde, biri elinde silah çocuğa koşuyor ve askerin tüfeği aslında teröriste bakıyor. Çıkarılacak sonuç: terör kötüdür, terörizm bir lanettir, kadın çocuk demeden öldürür. Asker çocukları terörden korur. Fotoğraftaki asker, korkmuş bir çocuğu korumak için teröristi öldürmeye çalışmaktadır. 

        Gözümüzle gördüğümüz hangi resim olursa olsun inanmamak çok önemlidir. Zaten her iki durumda ve her ne ulvi sebeple olursa olsun savaş kötüdür, silah kötüdür dolayısıyla hem terörist hem de asker kötüdür. Kimin kimden daha kötü olduğunu, en kötünün kim olduğunu tayin etmek ise iyice zordur. Büyük topraklara sahip olan ve mülkiyetini yitirmemek için savaşan müdahaleci emperyalist güçler mi? Yaşadığı topraklarda kendi istediği düzeni estirmek isteyen etnisite teröristleri mi? Petrol peşindeki ekonomik güçler mi? Üç beş tarafa eşzamanlı olarak silah satan tüccarlar mı? Kimdir kötülerin en kötüsü? Fotoğrafın ikinci halini gördükten sonra bile, zavallı küçücük insanın o haline sebep olan nedir anlayamayız. Ne o teröristin neden terörist olduğunu, ne parkta oynaması gereken yaşta bir çocuğun savaşın ortasında kalışını, sefaletini, ne de askeri müdahalenin meşruiyetini anlayabiliriz. Çünkü tüm bunlar, büyük bir oyunu anlayabilmeyi gerektirir ve büyük resim bize asla gösterilmez. Hatta bilinçli olup arasak bile bulabildiğimiz inkarı çok basit komplo teorilerinden öteye geçemez. 

    Büyük resmin garip isimleri olur çoğunlukla; büyükorasıburasıprojesi, yenimarsdüzeni, ılımlıpagancumhuriyetleribirliği.... Ulvi planlar, kapalı kapılar ardında tartışılır, büyük patronlara danışılır, müzakere sanatının çıkar ilişkileriyle harmanlanmasıyla çok karşıt güçler aynı masaya oturup toprakların veya kitlelerin kaderleri hakkında anlaşmalar yaparlar. Ve biz yalnızca bu ulvi amaçlara giden yolların dünyaya yansıyan mübah ve kısıtlı fotoğraflarını görebiliriz. Savaşlar, darbeler, hileli ihaleler, suikastler, terör, seçim kampanyaları, mahkemeler, soykırımlar hatta bazen 'kaza'lar bile birtakım görkemli planların dünya gerçekliğine yansımasıdır.

         Dünya'nın oyunları, sahnelenen önceden yazılmış büyük senaryolarıdır bunlar ve kimse kendini hariç tutamaz, refah seviyesi en yükseklerdeki problemsiz sanılan rüya ülkeler bile, planlar öyle yapıldığı için, birilerinin çıkarlarını bir şekilde tatmin ettikleri için bugün bu konumdadırlar, dinamiklerin değişeceği gün ne olacaklarını ise, bilemezler. Dünyanın geri kalanını kendi haline bırakıp, büyük senayolara tarih boyunca malzeme olmuş, büyük fotoğrafların sahnesi olmuş güzeller güzeli coğrafyamıza gelelim. Aktüel durumun fotoğrafı şundan ibaret;

Birileri tahta seçildi, yıllardır ülkeyi yönetiyor, onların şakşakçıları, yandaşları özelleştiriyor, peşkeş çekiyor, yola devam ediyor, resmen yürüyor.
Tahttan güdümlü-ekonomiyi düzeltme harekatı sayesinde ülke, suyunu, elektriğini, petrolünü, mısırını hatta domatesini başkalarından alır hale geldi, hergün onlarca yolsuzluk yordamsızlık haberi çıkıyor. Devam eden yolda, kontrol edilemeyen güçlere bağımlılık her gün artıyor.
Cemaatler popüler oluyor, hadlerinden büyük safhalarda oyun kurucu pozisyonuna geçtiler. Kendi söylemleriyle; cemiyetleşiyor, büyük güçlere oynuyorlar. 
Yargının ve anayasanın bozuk oluşu, çağ dışı oluşu bir yana hukuk devleti olmanın yanından bile geçemeyişimiz diğer yana. Bir dava beş on yıl rafta bekleyebilirken, bir diğerinin gereği gününden önce düşünülebiliyor.
Tahttan güdümlü-demokratikleştirme harekatı, 'Türkiye'li azınlıklara açılıyoruz' derken ve icraatta hiçbirşeye açılamazken, yabancı yatırımcı onyedi göbek Türkiye'li kürtten, ermeniden halen daha makbul, tüm zamanlardan daha çok imtiyaza sahip.
Türban takmayı seçen genç hanımlar halen üniversiteye gidemiyor. Ama imam yetiştirmek için kurulmuş okullara, imam olamayacak hanımlar kabul olabiliyorlar. Yani bu hanım kızlar aydınlanma fırsatıyla  yaşamlarının hiçbir döneminde karşılaşamıyorlar. Biryandan da, tasvirini yapamayacağım ama artık herkesin ne olduğunu bildiği ikoncanlar çoğalıyor, ekranlar ve plajlar hala çıplak.
Geçmişte ülkeyi iki tam teşekküllü ve birçok da soft darbeyle sallamış, görkemli tarihine de bir güzel sırtını dayamış silahlı kuvvetler, bugünün sahnesinde mağduru oynuyor. Paşaların darbe yapanları Bodrumda keyif çatarken, niyetlenip de yapamayanları tutuklanıyor. Halk rest beklerken TSK hak veriyor, tepki veremedikçe hükümet karşısında eziliyor. 
Milletin 'Padişahım sen çok yaşa' kısmı durumdan memnun, yıllarca fişlenmiş, ezilmiş, kısıtlanmışlar şimdi devir onların devri, adı da demokratikleşme harekatı.
Muhalif kısmın durumu daha da karmaşık, geçmişinde darbe mağduru olmuş 'eski solcular', kurtuluşu ordudan bekliyor, hatta teorilere göre asker ile ittifak yapıyor, umduklarını bulamıyorlar. Komünizm karşıtlığıyla büyütülmüş ve ya zevk budalalığından apolitik yaşamış kesimler ise sosyal söylemleri  dönemi anlatan dizilerden öğrenip hayrete düşecek kadar ilgisiz kalmış, politik olarak hiç yontulmamış, şimdi işin ucu ona da dokununca umudunu nereye bağlasa bilemiyor. Milliyetçiler zaten tek tip ulus-devlet peşinde. Anası yavrusu, sağcısı solcusu muhalefette birlikten eser yok. 

      Bu fotoğrafa göre bölünmez bütünlüğü herşeyin önünde gelen bir ülke, parça pinçik durumda. Eyaletlere, şehir devletlerine hatta ülkelere ayrılmak, birbirini anlamayan zihniyetler kadar birbirinden uzaklaştıramaz, bölemez bir milleti. Şu anın dinamiklerinde; muhafazakar dindar moderne, muhafazakar ulusalcı hükümete, hükümet muhalefetin her çeşidine, cemaatçi cemaat dışındaki herkese, azınlıklar hem muhafazakara hem ulusalcıya hem de orduya, ordu tüm hükümetlere, modern dindara ve şeriatçıya, milliyetçi muhafazakar dindara, özgürlükçüye, azınlığa, herkes herkese, aynı zamanda da birbirine karşı. Yani, 'Herkesin savaşı herkese karşı'*. Bu, anın fotğrafının görebildiğimiz, çekebildiğimiz kadarı, mercek büyürse yanından arkasından neler çıkar, hangi kapalı kapılar ardında nasıl oyunlar oynanıyordur hiç belli olmaz. Yani; içten içten, adice, ideolojik ve kışkırtmalı bu bölünmüşlük hali dahi, bilemeyeceğimiz ve engelleyemeyeceğimiz daha büyük, daha beter senaryoların yalnızca bir perdesi.  

* Bellum omnium contra omni. - Thomas Hobbes

Hiç yorum yok: