9 Eylül 2009 Çarşamba

yine Paul Auster



Floransa'da ki öğrencilik yıllarımda İstanbul'a döndüğüm yılbaşı ve yaz tatillerinde, özgürlüğümün tadını çıkarmak için bol bol gezer, vaktimin çoğunu arkadaşlarımla geçirirdim. En çok hoşuma giden uzun zamandır görüşemediğim arkadaşlarımla buluşmak, hikayelerini dinlemek, hikayelerimi anlatmak ve eski günleri konuşup gülmekti. Liseden sınıf arkadaşım ve iyi bir okur olan K ile ise sohpetlerimizde mutlaka okuduğumuz kitaplar geçer mutlaka birbirimize okuma tavsiyelerinde bulunurduk. Bir yaz tatilinin sonlarına doğru K ile buluştuğumda laf her zamanki gibi dönüp dolaşıp, gündemi tarayıp, ülkenin nabzını yoklayıp dünyayı kurtarıp edebiyata, kitaplara ve roman karakterlerine geldi. K son zamanlarda sıklıkla okuduğu ve çok beğendiği Paul Auster romanlarını, sevdiği şeyleri anlatırken hep olduğu gibi, gözlerini parlatan, sevindiren ve etrafa yayılan bir coşku ile anlatıyordu. Ben ise yakın zamanda bir kitapçıda ilgimi çeken Yanılsamalar Kitabını bir süre inceleyerek rafa bırakmış, okumamıştım.  Çağımızda çok az insanın yaptığı gibi oturup saatlerce kitaplardan hatta tek bir kitaptan heyecanla konuşabilen, tartışabilen, roman karakterlerini anlatabilen, hayal gücüne olan hayranlığımızı sık sık dile getiren iki arkadaş olan K ile ben o gün uzunca bir süre Auster den bahsettik.

K'dan ayrılırken, edebi zevkini beğendiğim arkadaşımın böylesine heyecanla anlattığı bir yazarın birkaç kitabını hemen almaya karar verdim ama tatilde olmanın verdiği heyecanla araya birşeyler girdi, Firenze'ye dönüş zamanı geldi kitap alımı havaalanına bırakıldı, uçağa geç kalındı ve kitap alınamadan Firenze'ye yola çıkıldı. Aklımdan bir süre çıkan Auster, bir akşam geç vakit geçtiğim Repubblica meydanında bulunan ve haftada en az birkaç saatimi geçirdiğim Edison kitabevinin vitrininden bana göz kırptı ve bana kendini hatırlattı. Kısmet bu ya, günler yine derslerin ağırlığı, yalnız yaşamın koşuşturmacası ve biraz da eğlence ile geçip gitti. Birkaç hafta sonra İstanbul'dan beni ziyarete gelen bir arkadaşım güzel bir akşamın sonunda eve döndüğümüzde valizinden Cam Kent'i çıkardığında muzipçe gülümsedim, adını duyalı ve bir kitabını alamayalı aylar olmuştu ama, benim utukanlığıma karşılık o bana gelmişti, evime odama girmişti ve nihayet okunacaktı...

Giderken kitabı bana bırakan arkadaşımın valizinde üşenmeyip taa İtalya'ya gelen Cam Kent'i bir günde bitirdim ama Auster'in büyüsüne bir kere kapıldıktan sonra duramazdım, NewYork Üçlemesinin diğer iki kitabını hemen okumalıydım. Hemen ertesi gün bu sefer açık olduğu bir saatte Edison'a gidip üçlemenin tamamını aldım. Bir hafta sonra bitirdiğimde tek kelimeyle hayrandım. Yaratıcılığa, kurguya, karakterlere hayran kalmış, kıskanmış, hatta ve hatta imrendim, öylesi özgün bir kurgu kurasım, öylesi güzel bir kitap yazasım geldi.

İlerleyen yıllarda neredeyse tüm Auster kitaplarını okudum. Son kitabı Karanlıktaki Adam çıkmadan sipariş ettim, tükçe yayınının ilk okuyanlarından biri oldum ve ilk defa bu kadar öne çıkardığı politik kimliğiyle Auster'ı bir kez daha çok sevdim.

Geçtiğimiz haftalarda Auster bana kendini bir seyahat sırasında hatırlattı ve yine karşıma çıktı. Bu sefer güneye babamın evine kalmaya gitmiştim ve babamın kitaplığında Auster'in özyaşam öyküsü olan ve çok daha önce okumuş olmam gereken 'Cebi Delik' ile karşılaştım. Rafta onu gördüğüm anda yanımda getirdiğim kitap ve dergiler hemen bir kenara kaldırıldı ve 3 günlük tatilim Auster'in yaşam öyküsüne karıştı. Okudukça hayal ettim, hayal ettikçe hayran kaldım. Bir yaşam öyküsünün ötesinde bir yazar öyküsüydü okuduğum, ödün vermeden, usanmadan, sisteme kanmadan, törpülenmeden yazmış, yazar olmak istemiş, bunun için savaş vermiş ve en sonunda ve uzun zaman sonra bu şaheserleri yazmış adamın kendisiyle tanıştım... sonsuz saygı duydum. 

'Writing is no longer an act of free will for me, it's a matter of survival' Paul Auster

Hiç yorum yok: